5 Mayıs 2009 Salı

VERDİĞİM TÜM SÖZLER HÜKÜMSÜZDÜR



Kalp yorgunluğu nedir bilir misiniz? İçiniz üşür bazı geceler, tan vakti bir bıçak yarasının izi gibi, sızlar gönlün kabuk bağlamış yerleri. Bazen çok sevda artığından, bazen sadece yoksunluktan, kendinizi ruhun uçurumuna bırakıverirsiniz.
Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!
Şu hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? Hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? Daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz.
Günler kendini tekrara başladı burada. Gönüllü yaşam mahkumluğu böyle olmalı. Geldik ya bir kere, tekamül etmeden dönmeyeceğiz. İyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım. Elinde tuttuğu bir torba bile ağır gelirken insana, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?
Kalbin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. Gemiler gibi işte! Hani deniz kıyısına çekilip, ölüme terk edilmiş, ileride parçalanıp başka işlerde kullanılacak demir yığını muamelesi gören gemiler vardır ya, işte onlar gibi, yüreği de kıyıya çıkıyor insanın bazen. Bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.
Bunları düşününce, dedim ki, bütün sözlerim geçersizdir. Attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, hepsi hükümsüzdür.
En azından dürüst bir duruş olur bu! Öyle ya, evlenirken söz vermemiş miydik? İyi ve kötü günde, hastalık ve sağlıkta yan yana duracağımıza; ben kendi adıma verdim. O zaman eşim olmak isteyen adam da aynı sözü vermişti. Boşandık, tüm sözler hükümsüzdür.
Aşkın en yoğun zamanında, bir gece yarısı sevişmesinin ortasında, daha terimiz soğumamışken, tenimize başka ten değmeyeceğine yemin eden bir adam da hatırlıyorum. Bana da aynı şeyi tekrarlatmıştı üstelik. Aklıma başka bir erkeğin kollarında olduğun geldiğinde bile çıldırıyorum demişti. O sözlere ne oldu peki?
Yeminler ve antların, aşkın bitişi ile bittiği yargısı çıkıyor ortaya, bu durumda, yapacak pek bir şey de yok gibi görünüyor. Aşk, var olduğu anın dışında yaşamıyor. Taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum.
Dün gece yarısı, etrafta sessizliğini korurken karanlık, çıkıp balkona bir sigara yaktım. Bu şehri seyrettim uzunca, ışık yanan evleri, uyumamış insanları, her yanan lambanın bir hayatın uzak işaretleri olduğunu düşündüm. Kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım. Hepsi birisine, tutamadığı bir söz vermiş olmalıydı. Hatta, evliliğini, ilişkisini devam ettirenlerin bile, ilk zamanlar verdikleri yeminlere ne kadar bağlı kaldıkları da soru işareti yaratıyor kafamda.
Genetik olmalı, Adem ile Havva’yı hatırlayınca, Tanrı’ya verilen sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğini ne kadar süre koruyabilir ki? Kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın üstünden çekiyorum.
Bir daha hiç seviyorum demeyecek miyim? Elime başkası değemez, bir daha kalbimi kimse alamaz, seninim, ölene kadar gibi cümleler söylemeyecek miyim? Bunun cevabını şu anda vermek zor. Mantığım söylemem diyor ama ben aşkı görünce, hemen yolunu değiştirip, ardı sıra koşan deli kadının biriyim. Belli olmaz! Kaç sarhoş tövbe edip, tekrar içmemiş mi?
Kalbimi kıyıya çektim. Su aldıkça batışını izliyorum. Bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur. Eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum. Şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine yeminler ediyorsa, orada kalsın. Ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!

24 Nisan 2009 Cuma

Bülbül ile Bağban


Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:
- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:
- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..
Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:
- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?
- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.
İSKENDER PALA

BAKABİLMEK


Serçenin biri bir bahargünü uçuyormuş.
Bir anda farketmiş ki
karşıdan
Motorsikletli bir adam geliyo.
Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni
yapmışlar... ama
nafile....
Serçe 'çotaaank' diye kaska çarpıp düşmüş..
motorcu
koşmuş
serçenin yanına.
Serçe baygın yatıyo.. kıyamamış, bırakamamış yolda; almış
getirmiş eve.
Eskiden kalma bi de kafesi var evde.. baygın serçeyi kafesin
içine güzelce
yerleştirmiş..
yanına da az biraz su, az biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı
yatmış....
Bizim serçe bi müddet sonra ayılmaya başlamıs..
Daha tam seçemiyo ortalığı.. hafif bulanıklık var yani...
Bi bakmıs ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde...
Birden dank etmiş vaziyet:
has.....tir lan motorcuyu öldürmüşüz ...!
Hayat Kısa,
Kuralları Yık,
Kolay Affet,
Kalpten Sev,
Kahkahalara Boğul,
Ve Yüzünü Güldürmeyi Başaran Hiç Bir Şeye Sırtını Dönme...

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin; fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmali;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...

28 Mart 2009 Cumartesi


BİZ DE ONLARA YAKLAŞIYORUZSulltan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:- Biz de onlara yaklaşıyoruz.
ALDIĞIMIZ FİYATAKeçecizâde'nin Rusya'da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa'ya takılır:- Paşa şu Girit'i satsanız!- Hay hay, satalım ekselans- Kaça satarsınız?- Aldığımız fiyataGirit'in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır.
BİLMEK İÇİN ÖĞRENMEKTarih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle, dünya çapında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal) a sormuşlar:- "Sizdeki bilginin çok azına sahib olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?"Şöyle cevap vermiş:- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bilinmek için!
DERDİN DEVASIZI...İbn-i Sinâ ya:- Dünyada devâsı olmayan bir dert var mıdır? diye sorduklarında:- Derdin devâsızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş.
DERS ALABİLMEKLokman Hekim'e:- "Bilgeliğini kimlerden aldın?" diye sorduklarında:- Körlerden, cevabını vermiş. Çünkü onlar, yoklamadan adım atmazlar.
FATİH NİYE ÜSTÜNNapolyon, S. Helen adasında sürgün bulunduğu sırada 'Fatih mi yoksa siz mi büyüksünüz? Sorusunu soranlara şöyle cevap vermişti: Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Çünkü ben, kılıçla zaptettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım. O ise; fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.
GENÇ FATİHBir genç, "Fatih Sultan Mehmed'in resmini neden hep yaşlı bir insan suretinde çiziyorlar" diye sorunca, bir yazarımız şöyle cevap vermiş:- Yaptığı işler o kadar büyük ki, bunları genç bir insanın yapacağını hayallerine sığdıramıyorlar
GÜNLÜKBir Hristiyan, Ahmed Vefik Paşa ya:-Camilerinizde niçin günlük (bir çeşit koku) yakmıyor sunuz? diye sorduğunda,ondan şu cevabı almış:-Bizimkiler abdestlidirler. Yellenmezler. Onun için günlük yakmıyoruz. mukemmel cevap yaa
KADERFatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası olan 2. Murat Han:-"Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz" diye çıkışır.Orada bulunan ve velâyet sırrıyla kalp gözü açık olan Akşemseddin Hazretleri, hafifçe gülümseyerek şöyle der:-Peder ne der, kader ne der.
KADERİN İCABIKenân Rıfâi ye sormuşlar:- Madem ki neticede kaderin dediği oluyor. O halde niçin çalışıyoruz?Şu cevabı vermiş:- Çalışmak da kaderin icabı olduğu için!
SIRYavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:- Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.Vezir:- Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:- İyi, ben de bilirim.

8 Mart 2009 Pazar




Karıncaya sormuşlar; '' nereye gidiyorsun?'', '' dostuma'', demiş. ''Bu bacaklarla zor'' demişler. Karınca; '' olsun, varamasam da yolunda ölürüm'' demiş.. Yolunda ölünecek dostlara...
Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru:



1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır.



2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur.



3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebei, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir.



4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile.



5. Her gece,birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor.



6. Birisi için dünyalara bedelsin.



7. Çok özel ve teksin.



8. Varlığını bile bilmediğin biri seni seviyor



9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar.



10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak.



11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut.


Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.'HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI İSTEDİĞİM İNSANLARA...

26 Şubat 2009 Perşembe

1 Şubat 2009 Pazar

Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir






Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp: - Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!. Çocuk, ona dönerek: - Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik. - Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: - Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp: - Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki? - Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler... Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek: - Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin? Çocuk, başını yanlara sallayıp: - Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!. -İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp: - Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki? - Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu. - İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır. - Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek - Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum. - Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi? - Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş... dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder. Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek: - Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!.. Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: - Babam haklıymış!. dedi. ´Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!´ demişti. ŞUNU ASLA UNUTMAYIN; Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir... Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir...Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.Çocuk, ona dönerek:- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik. - Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler... Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?Çocuk, başını yanlara sallayıp:- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!. -İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.Çocuk biraz düşünüp:- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.Adam, devam ederek:Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur.Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek - Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum. - Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?- Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş... dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder. Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:- Babam haklıymış!. dedi. ´Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!´ demişti.ŞUNU ASLA UNUTMAYIN; Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir...Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir...Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.Çocuk, ona dönerek:- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik. - Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler... Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?Çocuk, başını yanlara sallayıp:- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!. -İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.Çocuk biraz düşünüp:- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.Adam, devam ederek:Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur.Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek - Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum. - Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?- Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş... dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder. Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:- Babam haklıymış!. dedi. ´Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!´ demişti.ŞUNU ASLA UNUTMAYIN; Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur, Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir...

ARKADAŞINI SATANLAR


Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi ... Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar ... adam çok susamıştı.. biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın.. Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu: "Afedersiniz... burası neresi?" Kadın ona gülümsedi: "Burası Cennet, efendim" Adam bunun üzerine sevinçle "Harika...!!!" dedi "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım".... Kadın cevap verdi: "Tabi efendim, içeri girin... içerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz....." Böylece adam köpeğine döndü, "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü......... ama kadın onu birden durdurdu: "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. hayvanları içeri almıyoruz..." Bunun üzerine adam bir an durdu.. düşündü.. ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular.... bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular, ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... adam sordu: "Afedersiniz.... bana biraz su verebilir misiniz??" Dede "İçeri gel" dedi.. "kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..." Adam sordu: "Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?" Dede " Tabii..."dedi.. "çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kâse bulacaksın..." Bunun üzerine adam kapıdan girdi... biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu.. adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler... derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu: "Su için çok teşekkür ederim... peki burası neresi..?" Dede "Burası cennet" dedi.. bunu duyan adam şaşırdı: "Ama nasıl olur..? az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..." Dede "şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "ama orası Cehennem..." Adam iyice şaşırmıştı: "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??" Dede gülümsedi: "Kızmıyoruz..... çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar....

20 Ocak 2009 Salı

HAYATIN ALTIN KURALLARI

Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol. Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma. Seni seviyorum derken inanarak söyle. Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak. İlk görüşte aşka inan. Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal. Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme. Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın. Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş. İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme. İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol. Yavaş konuş ama hızlı düşün. Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır. Eğer kaybedersen aklını da kaybetme. Üç S’yi unutma: Sevgi - herkese, Saygı - kendine, başkalarına, Sorumluluk - Tüm hareketlerin için. Eğer hata yaptığını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,bi
le bile devam etme.Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.
Anneni sev, say, ara. Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır. Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama. Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş. Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır. Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da b
üyük güç verir. Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme. Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstı
r. En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla o
lduğu zaman olacaktır. Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir. Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol. Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın. İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin

YAPILAN İYİLİK ÇABUK UNUTULURMUŞ !!!

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan, ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar,kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, a
ğzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın.", "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. "Bir dakika" diye seslenir kurt: "Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok."Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım." "Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona gör
e davranmaya karar verirle
r. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..."Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadâkatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü De son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki, "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettârım, beni bu kurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir Zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter: "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..."....

19 Ocak 2009 Pazartesi

HAYAT İNSANLARA NELER ÖĞRETİYOR

Hayatın bana birşeyler öğrettiğini ve bunları yazmam gerektiğini öğrendim. Mesela; İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim. Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak. Gerisi onlara kalmış İnsanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar düşünmedikl
erini öğrendim. Ve insanlar seni ne kadar severse sevsin günü geldiklerinde isminden bile nefret edebildiklerini öğrendim. Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, ama y
ok etmek için saniyelerin yettiğini öğrendm. Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, hayattaki kişilerin 
olduğunu öğrendim. İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini, ondan sonra alışıldığını öğrendim. Güzelliğin tek başına beş para etmediğini ise zamanla öğrendim.İnsanlar için olayların değil, onların önemli olduklarını öğrendim. İnsanların değişebildiğini öğrendim. Herkesin
 hakkettiği gibi yaşadığını öğrendim. Her ne kadar ince kesersen kes, kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim. İnsanların bir çoğunun hep kaybetmek için yaşadıklarını öğrendim. Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini, çünkü belki bu onları son görüşün olabileceğini öğrendim. Her ne kadar sevdiğini çok düşünsen de, yine de gidebileceğini öğrendim. Her ne kadar o seni çok düşünse de, yine de gidebileceğini öğrendim. Ve her ne kadar sevdiğini çok düşünsen de zamanı geldiğinde seninde gidebileceğini öğrendim. Ve gittiğim yeni yerlere eskiden bazı şeyleri götürmemeyi öğrendim. Dosta tevazu etmeyi, gurur yapmamayı öğrendim. İnsanların kendilerini ak kaşık saymak için kara yalanlar söyleyip, bu yalanlara kendilerini bile inandırabildiklerini öğrendim. İnsanların haklı durumdayken kendi sözleri yüzün
den haksız duruma düşebildiklerini öğrendim. Yılların değil de, acıların bizi büyüttüğünü öğrendim. Hep çocuk kalmak isterken kazayla nasılda büyüdüğümü öğrendim. Ne kadar büyüsem de içimde ki çocuk heyecanının hep bir şekilde kaldığını öğrendim. Çocukları ise çook sevdiğimi öğrendim. Öğrendiğim bazı şeylerin yanlış olsa da beni ben yapan şeyler olduğunu öğrendim. İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini, ama bunu nasıl göstereceklerini bilemediklerini öğrendim. Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim. Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın arada uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim. İnsanların şartlanmalar ile aşık olabildiğini ve aslında şartlanmalar ile aşık olunamayacağını öğrendim. Hayatta zamanın ne manaya geldiğini babaannemde öğrendim, (ömür bir ikindi vakti kadar bile yokmuş.) Sigaranın ve alkolün benden aynı zamanda şu anda ki ve gelecekte ki ailemden de uzak olması gerektiğini öğrendim.Restleşmelerin ve gururun kurbanı olmuş tatlı aşkların ve dostlukların nasıl ziyan olduğunu öğrendim. Eğer o gün öyle olmasaydı Bugün, Belki, Keşke sözlerini kendimden ve bir çok insandan duydum; insanların pişman olabildiklerini ama bunu çoğu kez itiraf edemediklerini öğrendim. Eğer pişmansam bunu çekinmeden dile getirmeyi ve insanlardan eğer gerekiyorsa ne olursa olsun için özür dilemem gerektiğini öğrendim. Gerçek aşkı bulursam kaybetmemem gerektiğini ikinci bir şansı olmamış insanla
rdan öğrendim. Sözlere değil de hareketlere ve gözlere inanmayı öğrendim. Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim. En mutlu olduğum anların sevdiklerimi mutlu edebildiğim anlar olduğunu öğrendim. Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini, ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendm. Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun, dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim. Ve kalbin en kadar darbe görse de en asil intikamın Affetmek olduğunu öğrend
im.İki kişinin tartışmasının, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrendim. Ve tartışmadıkları zamanda sevdikleri anlamına gelmediğini. İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebildiklerini öğrendim. Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin, hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim. Sevginin koca bir yalan olduğunu sevginin ise tek gerçek olduğunu öğrendim. Beklemeyi öğrendim, ama doğru durakta. Verebileceğin bir şey kalmadığında bile bir arkadaşın ağladığında, ona yardım edebilecek gücü bulabileceğini öğrendim. Canımdan daha kıymetli şeyler olduğunu öğrendim. Seni sevenlerin aslında ne kadar değerli olduğunu öğrendm. En çok önemsediğim kişilerin, benden hep uzaklaştıklarını öğrendim. İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin çok zor olduğunu öğrendim. Öğrendim ve öğrenmeye devam edeceğim.!!!!!

VAKİT GEÇMEDEN

Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapatmıştı kendini...Sokağa çıkmıyordu. Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı... Bir gün fena halde sıkıldı, daya
namadı, attı kendini sokağa...Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar... Hani,ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmı
ştı işte...İçeri girdi. Kız,gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye. Nasıl bir gülümsemeydi o...Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?" dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi. Genç kızdan aldı paketi, çıktı dükkündan, evine döndü. Paketi açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı dükkâna...Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan...Günler hep alınıp, sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda...Annesi; "Git konuş oğlum, ne var bunda?" dedi. Ertesi sabah,bütün cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti. bir CD seçti. Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye. Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle

bir gece çıkabilir miyiz?" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi,notu kasanın yanına koydu gizlice. Sonra,paketini alıp kaçtı gene dükkândan... İki gün sonra evintelefonu çaldı... Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı, oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD vardı, bir de minik not..."Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı?Sevgiler... Jacelyn "Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve bir not vardı: "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.Sevgiler...Jacelyn

17 Ocak 2009 Cumartesi

YİNE SENSİZ GECTİ BUGUN

Bugün de sensiz geçti.Yine tadı yoktu gezdiğim yerlerin. Ne yeşilin yeşilinde buldum huzuru ne de uçuşan kelebeklerin renk cümbüşü kanatlarında. Gerçi hüzün de yoktu sensizliğin kol gezdiği bu yerlerde. Bütün manalarından soyunmuş yalın bir hayattı çevreleyen. Anladım ki yokluğunda seni yaşamak zor olacak. Anladım ki zor olanı yaşamak aşkı büyütecek. Ve yine anladım ki aşk, manası çözülemeyen sözlerde ifade

 bulacak.Ne zaman bir şarkı duysam aşktan yana, ya da bir film seyretsem içinde sevda geçen, o an bir duygu kasırgası sarar bütün benliğimi। Yüreğimin başını ince bir sızı sarar. Gözlerim uzaklarda bir noktaya takılır da geçmiş günlerin hatırasıyla avunur ruhum. Dağların tepelerindeki kar yığınlarından beslenen pınarlar gibi sevdanla beslenen ruhum yokluğunda çektiği ıstırabı bir ödül olarak kabullendi. Sensiz yaşamaya mahkum edildiğim zamanların inadına seni bulduğum zamana minnet duyuyorum.
İnsan umut ettiği müddetçe yaşarmış. Umut, her gün doğumunda, gün ışıklarıyla dolar odama.Bahçemde yeni açmış bir çiçek, ağacımın dalında minik bir serçe, ya da bilmediğim bir evde beşiğinde uyuyan bebeğin yanağında pembe bir gülümseme olur. Umut, satıcıların çığlıklarında gezinir sensiz sokaklarda. Ya da bir dilencinin minnet dolu bakışlarında süzülür. Umut, sen olduğun için umuttur. Ve gün akşama varmadan maviye boyanır bütün umutlar. Mavi, sen sevdiğin için bütün renklerin ana rengidir. Sonra bütün beklentilerin en can alıcı yerinde sesin duyulur. Süzme bal şerbeti tadında ılık ılık sarar bütün ruhumu. Her kelime ayrı bir mana yüklenir de, her mana hayatıma şekil verir. Umut etmenin, umutla beklemenin bir doyumsuz ödülüdür duyduğum ses. Zaferden yeni dönen mağrur komutan adına düzenlenen şölenler bu ödülle boy ölçüşemezler.Adına anıtlar dikilen hiç kimse böylesi ödüle layık görülmemiştir. Hiç kimse tatmamıştır benim tattığım zevki.

Gece mavi hayallerle iner şehrin üstüne. Mavi karanlıklarda sen dolarsın odamın yalnızlığına. Bütün eşyalar mahzun bakışlarında ışıltılı çiçeklere döner. Yıldız yıldız göky

üzüne ulaştığında aynı mehtabı seyretmenin iç huzurunu yaşarım. Samanyolunda başlayan aşk şarkıları evrenin bütün galaksilerinde adını söyler. Bilirim ki kalp atışlarım sana kadar u

laşır. Bilirsin ki bu nazenin atışlarda yine adın fısıldanır. Seninle başlayan gece, rüya aleminin maviliğinde yine seninle devam eder. Avuçlarının sıcaklığı sarar bedenimi.Binlerce volkan birden hayata geçer. Sarhoşluğun beni benden alırda yalnız ikimiz için yaratılmış bir dünyaya sürükler.

Bütün günü seninle yaşamak hayatı dolu dolu yaşamaktır. O gözlerindeki efsunkar bakış, o dudaklarındaki yakan sıcaklık, o ellerinde hayat bulduğum tatlı okşamalar ve bütünüyle sen... İşte beni var eden....Bütün bu satırlardan sonra şayet “deli” olduğumu düşünüyorsan haklısın. Çünkü ben aşkınla deliyim. Unutma ki aşk delileri bütün suçlardan arınmıştır. Suç deli olanın değil, onu deli edenindir. Ben zindanlarında çile çekmeye de, zincire vurulmaya da razıyım. Bu aşk delisinin hürriyeti yine bu zincirlere vurulmakla mümkündür.

16 Ocak 2009 Cuma

UMUT YENER

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarına her geçen gün biraz daha yükleniyordu.Yaşamdan bıkmıştı, gözleri yılgın bakıyordu. Işıl ışıl olması gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...Umut her gün ölümü biraz daha yaklaşmış olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu... Aldığı o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. İlaç sonrası çektiği acıyı bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu.. Bir seferinde: - Ölmek istemiyorum demişti doktoruna. - Basket takımında idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmişti, sonra gitar çalıyorum. Daha çalmasını öğrenmek istediğim çok parça var. Ben bir psikolog olacağım sonra. Bunları 6 aya nasıl sığdırırım söyler misiniz bana ?diye bağırdı. Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu.. Kendini çok kötü hissettiği bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldırdı. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kanı uymadığı için, kan anonsla arandı. Yener o sırada hastanede yatan bir arkadaşını ziyaret etmekte idi. - Bu kan benim kanımla aynı dedi arkadaşına. Kan vermek için aşağı kata koştu.. - Kan vereceğim dedi, anons için geldim.. Yener ve Umut bu vesile ile tanıştılar. O gün Yener kan verdiği hastayı ziyaret etmek istemişti.. Nereden bilecekti ki o gün tanışacağı bu kişinin hayatının sonuna kadar onun en iyi dostu olacağını. - Geçmiş olsun dedi Yener Umut'a.. Umut: - Bana kan vermişsiniz. Sağ olun, ama zahmet olmuş, uğraşıp durmayın!! Nasılsa ben yakında ölüp gideceğim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder değil mi ? Yüzünde ki açıkça okunan hüznünü, umursamaz tavırlara bırakmak istiyordu Umut. Ama pek başarılı olamıyordu.. Yener elinde ki gitarı yatağın kenarına bıraktı. Umut o zaman gitarı fark etti.. Demek gitar çalıyordu.. Umut'ta çalıyordu ama şu illet hastalığa yakalandığı son 9 aydır, eline gitarı almamıştı. - Sen daha yaşarken pes etmişsin, dostum diye başladı söze Yener. - Bak hayat savaş demektir. Kimi ekmek parası için savaşır, kimi bir parça toprak için, sen yaşamak için savaşmazsan, bu hastalık seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü. Umut savaşmaktan yorulmuştu. Artık şu ölüm gelse de alsaydı onu, herkesin ona acıyarak bakmasından bıkmıştı. Aldığı ilaçlara bağımlı yaşamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi soğumuştu. Sanki boş bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmişti. Yener bunları düşündü.. Umut'u çok iyi anlıyordu. Çünkü 2.5 yıl önce kaybettiği kız arkadaşı, canı, kelebeği de aynı Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmişti. Yener ona yardım edememişti, hem onsuz geçecek yıllarını düşünüp kendine acımaktan buna vakit bulamamış, hem de Ayşegül'de, kelebeğinde tam olarak bu hisleri anlayamamıştı.. Çünkü Ayşegül ile Yener'in de bir parçası ölüyordu.. Yener kelebeğini kaybediyordu. Ayşegül'üne yardım edememişti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüş o ışık tanıdıktı.. Ayşegül'ün kilerle aynıydı. - Bende gitar çalıyorum dedi Umut.. Ama artık pek zamanım olmuyor. Çünkü hayatım yatakta geçiyor. Yener gitarını aldı, - Şimdi gidiyorum, annenlere söyle gitarını getirsinler. Yarın uğradığım da bir konser veririz ne dersin ? Umut gülümsedi.. Bu çocuğu sevmeye mi başlamıştı ne? Gitarı ellerine aldılar. Yener öyle neşeli parçalar çalıyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandır böyle gülmemişti. Ne tesadüftü ki ikisi de aynı yaşta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. İkisi de gitar çalıyordu ama Umut ölüyordu. Bu düşünceyi bir türlü aklından çıkaramıyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan ışığın yine sönüp gittiğini fark etti. - Ne zaman çıkıyorsun hastaneden diye sordu. - Yarın. Yazlık evimize gideceğiz. Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardı. - Sende gelsene. Umutların evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayalıklar arasında ki ev kuş bakışı tüm körfezi görüyordu.. Yener: - Hadi yüzmeye... Umut: - Ama ben çok halsizim... Yener: - Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleşeceksin. - Haklısın dedi Umut.. Kayalara ulaştıklarında en yüksek kayanın uçunda durdu Yener. - Sence burası kaç metredir? dedi. - Bence 3-4 metre var ve su sığ.. dedi Umut. Yener: - Ben buradan atlayacağım dedi. - Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut. Yener kayaların uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladı.. Umut'un rengi atmıştı kayanın uçuna koştu. Bir iki dakika soluk alamadı ve Yener'in su yüzüne çıkıp ona el salladığını görünce bulunduğu yere çömeldi ve ellerini başının arasına alıp öylece kaldı.. Yener kıyıya çıkmış gülerek geliyordu. Umut'a yaklaştı.. Nasıl atlayıştı diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine: - Umut dedi.. Umut başını kaldırdı, ağlıyordu bağırmaya başladı.. - Sen delirdin mi? ölebilirdin.... Yener Umut'a baktı önce sonra elindeki havluyu yere atıp üzerine, Umut'un yanına oturdu.. Gördünüz mü? Umut bey, insanın gözlerinin önünde bir sevdiğinin ölüme gitmesi ne kadar zormuş ? Tamam, sen kendini düşünmüyorsun, peki anneni de mi de düşünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düşünmüyorsun? Varını yoğunu sana harcamaya hazır babanı da mı düşünmüyorsun ? Gördün mü sevdiğinin eridiğini görmek ne zormuş? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmişsin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilacı üzerine gitmektir korkunun.. Savaş bu korku ile üzerine git, daha savaşa başlamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir şey olmazdı dedi... Yener şaka ile ekledi: - Yener ölümü bile yener. Sonra son derece ciddi şöyle dedi - Ve Yener ile Umut bu hastalığı da yenecek... Söz veriyor musun ? Ağlamayı kesmişti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düşünmediği bir şeyi anlamasına yardım etmişti. Onu sevenlerde çok acı çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yaşamalıydı. Yener ayağa kalktı, Umut'a elini uzattı... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti... O yıl yapılan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asıl Umut'un hayata dönüş gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sıcak bir yaz gününde kayaların üzerinde Umut tekrar doğmuştu. Umut ve Yener dostluğu her yıl çığ gibi büyüyerek gelişti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasında son nefesini verene dek.. 43 yaşında ki Umut, onsuzluğa alışmanın ne zor olduğunu bilerek, ama sevdikleri için hayatın acılarına katlanarak bir yılı doldurmuştu. Yazlık evlerinin balkonunda yıllar önce hayata yeniden doğduğu kayalara baktı.. Ve seslendi: Yener!!! Küçük çocuk koşarak geldi. - Evet, baba... - Gitar çalmayı öğrenmek istiyorsun, değil mi ? Çocuk sevinçle bağırdı: - Eveeeeeeeeet.... - Koş o zaman, yatağımın baş ucunda asılı olan Yener amcanın gitarını getir, o gitar bu günden sonra senin gitarın olacak dedi.. Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir... Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden doğabilirsiniz..

FARKINDA OL

Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru: 1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır. 2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur. 3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebei, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir. 4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile. 5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor. 6. Birisi için dünyalara bedelsin. 7. Çok özel ve teksin. 8. Varlığını bile bilmediğin biri seni seviyor. 9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar. 10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. 11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut. Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.' HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI İSTEDİĞİM İNSANLARA...

HAYAT BELKİDİR

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'ı da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:
- "Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak - mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum."
Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.
- "Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım" dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç birşey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve :
- "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Tam o sırada güzel kadının omuzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardesüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.
Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek.
- "Pardon" dedi kadın. "Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş

SOKAK

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

14 Ocak 2009 Çarşamba

MUTLULUK

Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol. Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma. Seni seviyorum derken inanarak söyle. Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak. İlk görüşte aşka inan. Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal. Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme. Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın. Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş. İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme. İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol. Yavaş konuş ama hızlı düşün. Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır. Eğer kaybedersen aklını da kaybetme. Üç S’yi unutma: Sevgi - herkese, Saygı - kendine, başkalarına, Sorumluluk - Tüm hareketlerin için. Eğer hata yaptığını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,bile bile devam etme.Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır. Anneni sev, say, ara. Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır. Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama. Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş. Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır. Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da büyük güç verir. Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme. Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır. En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır. Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir. Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol. Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın. İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin

12 Ocak 2009 Pazartesi

RİCA

Pembe dizilerdeki sahte aşk nağmelerini bizden duymaya çabalamayın çünkü onlar gerçekten rol yapıyor ve kabak bizim başımıza patlıyor.
* Bir SMS gönderdiğiniz zaman ilk 10 saniyede cevap gelmeyince ikinci SMS'te "Orda mısın???" diye sormayın. Kesinlikle oradayızdır..!
* Mağazada gelinliklere bakıp "Aaaa ne güzeeel" dediğinizde onun bizim için bir anlamı yoktur. Bizi duygusuzlukla suçlamayın. Gelinlik sadece kızların hayalidir erkeklerin değil!!!
* Saçlarınızı boyattığınızda bunu fark edemezsek anlayın ki yakışmamıştır ve bu bizim suçumuz değildir.
* Çoğu erkek ısrardan ve bir şeyi ikinci kez duymaktan nefret eder; mutlaka ilk söylediğinizi anlamışızdır ama işimize gelmiyordur, lütfen bize geri zekalı muamelesi yapmayın.
* Alışveriş yapmak hiç zevkli değildir ve asla zevkli olmayacaktır.
* 'Beni seviyor musun?' diye sormayın. Emin olun ki sevmiyor olsak yanınızda bir saniye bile durmayız…
* Bizden sizinle aynı üzüntüyü yaşamamızı ve size tuvalete kadar eşlik etmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın görevidir.
* Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyerseniz giyin, size çok yakışıyor, yemin ederiz. O yüzden bir daha sormayın.
* Biz erkekler gerçekten basitizdir. Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak, aslında sadece acıkmışızdır ve sadece ekmeği getirmenizi istiyoruzdur. Bundan 'ekmek niçin masada değil' diye bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın zira tüm erkekler edebiyatçı değildir…
* Eğer farkında olmadan 2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kötü ve sizi üzecekse, kesinlikle diğer anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın…
* Biz farklı anlamlar taşıyan dolaylı, mecazlı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin ve bizi yormayın…
* Eğer şişmanladığınızı düşünüyorsanız ki büyük ihtimalle şişmanlamışsınızdır. Bize sormayın, cevap vermeyi reddediyoruzdur.
* En karmaşık durumda bile bizim için temel kural şudur: 'En kolayını seç'. Bizden komplike şeyler beklemeyin.
* Erkekler genelde sadece ana renkleri görürler. Mesela, şampanya bir renk değil, bir içkidir bizim için.
Sarımsı Yeşil, Açık Yeşil Likör yeşili, Çimen Yeşili, Kireç Yeşili, Yay Yeşili, Orta Deniz Yeşili
Yukarıda saydıklarınız vallahi hepsi yeşil işte..! Lütfen bizi zorlamayın..?
* Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır. O yüzden 30 çift ayakkabınızdan hangisinin kıyafetinize uyacağını bilmiyoruzdur lütfen sormayınız ayrıca uyum diye bir şey yoktur ve sırf uyum için giyeceğiniz şeyleri 1 hafta önceden tasarlamanız tamamen sizin takıntınızdır. Mavi kotun üstüne her renk ve desen blüz giyilebilir.
* Kırmızı tokanız var ve sırf bu tokaya uyum sağlaması için lütfen kırmızı takım elbise almaya bize mağazaları dolaştırmayınız..!
* Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol yemek ve mutfak gerçekliğinin icrasıdır…
* Bizi anlamaya çalışın; ancak bizi anlama işini lütfen fazla abartmayın çünkü çok kolay anlaşılır erkekler.
* Evi temizleyip yorulduktan sonra, yüzünüze bakılmayacak haldeyseniz, yaptığınız temizliğin bizim için bir anlamı yoktur, takdir beklemeyin. Temiz bir evden ziyade bakımlı görünen bir kadınla bir evi paylaşmak daha anlamlıdır…
* Ev işlerinden sonra yattığınız yerde sızıp kalıyor ve her türlü kur çabasına yorgunum diyorsanız bu bizi bozar… Bir erkeğe temiz evden önce temiz bir eş ve hatta sadece bir eş lazımdır. Temizlik bir temizlikçi tarafından da yapılabilir ama bazı şeyler temizlikçi ile yapılmaz… Yapılmamalı da. Bizi zorlamayın..!
* Aylarca süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz, mutlaka bir doktora gidin.
* Size 'neyiniz var' diye sorduğumuzda, 'hiç bir şeyim yok!!!' derseniz size inanırız, bizim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa doğrudan söyleyin sonra bizi anlayışsız durumuna düşürmeyin…
* Canım sıkılıyor hiç dışarı çıkmıyoruz hep evdeyiz farkındamısın diye sormayın farkındayızdır. Sadece nereye gitmek istediğinizi söyleyin bizi yormayın...
* 30 civarında ayakkabınız ve dolaplar dolusu elbiseniz varken bizi iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.

GEC KALMAK

Karlı bir kış günüymüş... Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç, yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onuniçeri girmesine müsade etmesini istemiş. Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam, git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"
Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı daha başka düşünceler sarmış,kırlangıcın arkadaşlığını geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş... "Keşke kuşu içeri alsaydım. Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır, cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş. Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.Ama görememiş zavallı kırlangıcı...
Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadaraçıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.
Onun hevesle havada uçan kuşlara baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunubilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

***
Dikkatli olun...Farkında olun...Kendinize bir sorun...Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?
Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar size sunulan bir dostluğu?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki, sadece birkez karşımıza çıkar,değerini bilemezsek kaçıp giderler.Ve asla geri gelmezler.... :((

8 Ocak 2009 Perşembe

UMUT









Uzun uzun yıllar evveldi....Uzak sahillerin, nemi yaprağı üzerinde, yemyeşil ormanlarındagüzeller güzeli bir kız yaşarmış.......Adı yokmuş..Bir isme de, ihtiyacı yokmuş zaten.Duyamaz ve konuşamazmış, O......Tüm gün topladığı deniz kabuklarıyla uğraşırmış sadece.....Her sabah uyandığında,"acaba bugün, hangi deniz kabukları bulma şansına sahibim" diye merak duyarmış.....Kime sor sanız, tüm deniz kabuklarının birbirine benzediği o uzun sahillerde, o aylardır yıllardır hep mutlu veher günü ayrı bir umut ve güzellik içinde, heyecanla yaşamaktaymış.....Çünkü Ozamanın,sevenler için sonsuz olduğuna inanırmış......Çünkü O,zamanın,sevinenler için kısaüzülenler için çok uzun,korkanlar için çok hızlı ,bekleyenler içinse çok yavaş olduğunu, bilirmiş......O, sonsuzu seçen, seven , ama çok seven bir yüreğe sahipmiş......Topladığı ve dokunduğu her deniz kabuğu ile, yüreğine bir parça daha sevgi biriktirmekteymiş......O, deniz kabuklarında, kulaklarıyla duyamadığı, bilinmez nice sesleri dinlemekteymiş aslında......Yüreğinin kumsalları ve suları, ona hiç gitmediği, hiç görmediği kıyıların, nice hikayelerini anlatır durularmış......Dünya, onun yüreğinde atarmış...Dünya, onun yüreğinde ses verirmiş evrene......O, dünyayı yüreğinden işitir, bilir ve yaşarmış......Bazen işittiklerimiz, yeter . sanırız...bildiklerimiz gerçek sanırız.......Ve bunlar mutlu etmez bizi.....Çünkü mutluluk;duyamadıklarımızda, gidemediklerimizde,fark edemediklerimizdedir....Oysa, görebildiklerimizden, daha fazlasıdır gerçekler........Günlük döngüler içinde, Sevdiklerimizle ve kendimizle paylaşabileceğimiz şeylerden uzak kalarak yaşıyoruz hayatlarımızı maalesef.....Hayat bu olmamalı.. Işler hiç bir zaman durulmayacaktır ki, hep yoğun, hep çok olacaktır......Ama sular bile durulur.Durulur ve durulanır o zaman su; sedeflenir, sakinliğin, dinginliğin tatlı huzuru , derinliği aks olur kumsallarda.....Bu hayattır işte.. Hayat oradadır...Dinlerken, beklerken, izlerken, durulanırken..Hayat orada yaşanır gerçel anlamda..Oysa bizler mekanik ve elektronik bir dünyaya hapis vaziyette şuursuz yaşıyoruz, "hayat, bu" diye.....Yaşamımızı, hayata ve kendimize endeksleyebilmeliyiz...Ggerçekle, doğru arasındaki farkı görebilmeliyiz......Hepimiz ....Gerçekten mutlu olmak,sadece yüreğin işidir...Yüreklerimize fırsat vermeliyiz.....Her yeni güne başlarken,hangi deniz kabuğuna dokunarak,bilinmedik hangi yaşama katılacağımız şansına . gülümseyerek,umutla uyanmalıyız......Var olmanın güzelliği bu olsa gerek...Acaba, bugüne kadar,yüreğinizde kaç deniz kabuğu biriktirmişsinizdir ?Sen...,bugün hangi deniz kabuğunu dinledin,ve bugün kaç deniz kabuğu topladın?Insanın yüreği, belki de, deniz kabuklarından örülü olmalı.Her yürek, bir . kumsal olmalı belki de......Kumsal gibi sonsuz olmalı.....Kum tanelerinin kristallerinde, nice deniz çiçekleri, sedefleri açtırmalı her gün için..Ve, her mevsimde ebruli olmalı o kumsal,her koşulda kumsalda olmalı varlığımız.Mesela, yazı, kumsal mevsimi biliriz sadece. Fakat, kışın da, oradayızdır.. Insanlar nedense, kumsalları, sadece yazın fark ederler......Ne talihsizlik.!Tıpkı, yüreklerimizi de, aynı talihsizliklerle fark edemediğimiz gibiBelki de, maviyi görmek değildir önemli olan..Belki, bakışlarımız gökyüzüne yöneldiğinde,Önce, uçurtmayı görebilmeli gözlerimiz..Önce uçurtmayı görebilirsek, mavileri de yakalarız zaten......Uçurtma, mavidedir nihayetinde....Eğer her gün, yeni bir var olma çiçeği açıyorsa gözlerimizde veYüreğimizin ebruli kumsallarından, yepyeni deniz kabukları, sedefler toplayabiliyorsak,Yokluk yok demektir, değil mi?VE, her sabah ya da akşam üstleri,Sulanmalı mutlak o var oluş çiçeklerimiz.......Güne ya da akşama başlarkenYürek su ister......Çiy ister... Şebnem ister......Insanın en yalnız olduğu zaman dilimlerdir, sabahın eri ve akşamüstleri.......Insanın en çok kendi olduğu, kendinde ve kendiyle olduğu vakitlerdir onlar.Doğrularımızdan, gerçeğe yönelik yolculuğun başladığı vakitlerdir.Sonsuza uzanan, uzanması gereken yürekler yollarını çiçeklendirme ve deniz kabuklarını sevgilendirme vakitleridir.Doğrularınıza sahip çıkın. Kendinizi yakalayın.Sonsuzluğu, kendinizden esirgemeyin.Bakın, dinleyin, dokunun, deniz kabuklarının size söyleyecekleri var..Yüreğinizin, ebruli kumsalından ayrılmayın

7 Ocak 2009 Çarşamba

anne


Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.
Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.
Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.
Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
bir annenin evladının mutluluğundan başka ve sadece anne seni seviyorum kelimesinden başka isdediği ne olabilirki?

3 Ocak 2009 Cumartesi

GELİR MİSİN?


Gelir misin ?

Dünü kaybettik.
Yarın çok geç…
Avuçlarımızda sadece bugün var…

Sen varsın, ben varım…

Bir de aşk!

Yaşanmamış, yaşanmayı bekleyen aşk…

Gözlerinde pas tutmuş hüzünleri silecek,

seni ve beni mutlu edip güldürecek bir aşk.

Dün tanımıyordum seni ve bilmiyorum nerelerde olduğunu.

Bugün çıktın karşıma…

Yarınlarıma bir umut, kilit vurulmuş yüreğimin anahtarısın.

Öyle hissediyorum…

Dünü kaybettik, yarın çok geç…

Avuçlarımızda sadece bugün var…

Gel…

Düne inat bugünü yaşayalım…

Sen kırların kraliçesi papatyam ol, ben seni yüreğime savuran hoyrat rüzgar.

Dudaklarımızdan sevgi sözcükleri dökülsün.

Gözlerin değsin gözlerime, ellerin kavuşsun ellerime…

Kanatlanıp uçalım, sevdaya…

Mutluluktan ağlayalım, gözyaşlarımız birbirine karışsın.

Önce onlar birleşsin avuçlarımızda…

Onlarla yıkayalım yüzümüzü…

Yaşanmamış sevdalara inat,

sonsuza dek doya doya yaşayalım gecemizi gündüzümüzü…

Gel…

Dün yoktun, yarın çok geç.

Avuçlarımızda sadece bugün var…

Sen varsın, ben varım…

Bir de aşk!

Bizi bekliyor, bizi çağırıyor…

Sahi gelir misin ?