5 Mayıs 2009 Salı

VERDİĞİM TÜM SÖZLER HÜKÜMSÜZDÜR



Kalp yorgunluğu nedir bilir misiniz? İçiniz üşür bazı geceler, tan vakti bir bıçak yarasının izi gibi, sızlar gönlün kabuk bağlamış yerleri. Bazen çok sevda artığından, bazen sadece yoksunluktan, kendinizi ruhun uçurumuna bırakıverirsiniz.
Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!
Şu hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? Hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? Daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz.
Günler kendini tekrara başladı burada. Gönüllü yaşam mahkumluğu böyle olmalı. Geldik ya bir kere, tekamül etmeden dönmeyeceğiz. İyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım. Elinde tuttuğu bir torba bile ağır gelirken insana, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?
Kalbin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. Gemiler gibi işte! Hani deniz kıyısına çekilip, ölüme terk edilmiş, ileride parçalanıp başka işlerde kullanılacak demir yığını muamelesi gören gemiler vardır ya, işte onlar gibi, yüreği de kıyıya çıkıyor insanın bazen. Bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.
Bunları düşününce, dedim ki, bütün sözlerim geçersizdir. Attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, hepsi hükümsüzdür.
En azından dürüst bir duruş olur bu! Öyle ya, evlenirken söz vermemiş miydik? İyi ve kötü günde, hastalık ve sağlıkta yan yana duracağımıza; ben kendi adıma verdim. O zaman eşim olmak isteyen adam da aynı sözü vermişti. Boşandık, tüm sözler hükümsüzdür.
Aşkın en yoğun zamanında, bir gece yarısı sevişmesinin ortasında, daha terimiz soğumamışken, tenimize başka ten değmeyeceğine yemin eden bir adam da hatırlıyorum. Bana da aynı şeyi tekrarlatmıştı üstelik. Aklıma başka bir erkeğin kollarında olduğun geldiğinde bile çıldırıyorum demişti. O sözlere ne oldu peki?
Yeminler ve antların, aşkın bitişi ile bittiği yargısı çıkıyor ortaya, bu durumda, yapacak pek bir şey de yok gibi görünüyor. Aşk, var olduğu anın dışında yaşamıyor. Taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum.
Dün gece yarısı, etrafta sessizliğini korurken karanlık, çıkıp balkona bir sigara yaktım. Bu şehri seyrettim uzunca, ışık yanan evleri, uyumamış insanları, her yanan lambanın bir hayatın uzak işaretleri olduğunu düşündüm. Kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım. Hepsi birisine, tutamadığı bir söz vermiş olmalıydı. Hatta, evliliğini, ilişkisini devam ettirenlerin bile, ilk zamanlar verdikleri yeminlere ne kadar bağlı kaldıkları da soru işareti yaratıyor kafamda.
Genetik olmalı, Adem ile Havva’yı hatırlayınca, Tanrı’ya verilen sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğini ne kadar süre koruyabilir ki? Kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın üstünden çekiyorum.
Bir daha hiç seviyorum demeyecek miyim? Elime başkası değemez, bir daha kalbimi kimse alamaz, seninim, ölene kadar gibi cümleler söylemeyecek miyim? Bunun cevabını şu anda vermek zor. Mantığım söylemem diyor ama ben aşkı görünce, hemen yolunu değiştirip, ardı sıra koşan deli kadının biriyim. Belli olmaz! Kaç sarhoş tövbe edip, tekrar içmemiş mi?
Kalbimi kıyıya çektim. Su aldıkça batışını izliyorum. Bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur. Eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum. Şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine yeminler ediyorsa, orada kalsın. Ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!

24 Nisan 2009 Cuma

Bülbül ile Bağban


Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:
- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:
- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..
Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:
- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?
- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.
İSKENDER PALA

BAKABİLMEK


Serçenin biri bir bahargünü uçuyormuş.
Bir anda farketmiş ki
karşıdan
Motorsikletli bir adam geliyo.
Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni
yapmışlar... ama
nafile....
Serçe 'çotaaank' diye kaska çarpıp düşmüş..
motorcu
koşmuş
serçenin yanına.
Serçe baygın yatıyo.. kıyamamış, bırakamamış yolda; almış
getirmiş eve.
Eskiden kalma bi de kafesi var evde.. baygın serçeyi kafesin
içine güzelce
yerleştirmiş..
yanına da az biraz su, az biraz ekmek koymuş, vurmuş kafayı
yatmış....
Bizim serçe bi müddet sonra ayılmaya başlamıs..
Daha tam seçemiyo ortalığı.. hafif bulanıklık var yani...
Bi bakmıs ki parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde...
Birden dank etmiş vaziyet:
has.....tir lan motorcuyu öldürmüşüz ...!
Hayat Kısa,
Kuralları Yık,
Kolay Affet,
Kalpten Sev,
Kahkahalara Boğul,
Ve Yüzünü Güldürmeyi Başaran Hiç Bir Şeye Sırtını Dönme...