16 Ocak 2009 Cuma

UMUT YENER

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarına her geçen gün biraz daha yükleniyordu.Yaşamdan bıkmıştı, gözleri yılgın bakıyordu. Işıl ışıl olması gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...Umut her gün ölümü biraz daha yaklaşmış olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu... Aldığı o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. İlaç sonrası çektiği acıyı bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu.. Bir seferinde: - Ölmek istemiyorum demişti doktoruna. - Basket takımında idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmişti, sonra gitar çalıyorum. Daha çalmasını öğrenmek istediğim çok parça var. Ben bir psikolog olacağım sonra. Bunları 6 aya nasıl sığdırırım söyler misiniz bana ?diye bağırdı. Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu.. Kendini çok kötü hissettiği bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldırdı. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kanı uymadığı için, kan anonsla arandı. Yener o sırada hastanede yatan bir arkadaşını ziyaret etmekte idi. - Bu kan benim kanımla aynı dedi arkadaşına. Kan vermek için aşağı kata koştu.. - Kan vereceğim dedi, anons için geldim.. Yener ve Umut bu vesile ile tanıştılar. O gün Yener kan verdiği hastayı ziyaret etmek istemişti.. Nereden bilecekti ki o gün tanışacağı bu kişinin hayatının sonuna kadar onun en iyi dostu olacağını. - Geçmiş olsun dedi Yener Umut'a.. Umut: - Bana kan vermişsiniz. Sağ olun, ama zahmet olmuş, uğraşıp durmayın!! Nasılsa ben yakında ölüp gideceğim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder değil mi ? Yüzünde ki açıkça okunan hüznünü, umursamaz tavırlara bırakmak istiyordu Umut. Ama pek başarılı olamıyordu.. Yener elinde ki gitarı yatağın kenarına bıraktı. Umut o zaman gitarı fark etti.. Demek gitar çalıyordu.. Umut'ta çalıyordu ama şu illet hastalığa yakalandığı son 9 aydır, eline gitarı almamıştı. - Sen daha yaşarken pes etmişsin, dostum diye başladı söze Yener. - Bak hayat savaş demektir. Kimi ekmek parası için savaşır, kimi bir parça toprak için, sen yaşamak için savaşmazsan, bu hastalık seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü. Umut savaşmaktan yorulmuştu. Artık şu ölüm gelse de alsaydı onu, herkesin ona acıyarak bakmasından bıkmıştı. Aldığı ilaçlara bağımlı yaşamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi soğumuştu. Sanki boş bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmişti. Yener bunları düşündü.. Umut'u çok iyi anlıyordu. Çünkü 2.5 yıl önce kaybettiği kız arkadaşı, canı, kelebeği de aynı Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmişti. Yener ona yardım edememişti, hem onsuz geçecek yıllarını düşünüp kendine acımaktan buna vakit bulamamış, hem de Ayşegül'de, kelebeğinde tam olarak bu hisleri anlayamamıştı.. Çünkü Ayşegül ile Yener'in de bir parçası ölüyordu.. Yener kelebeğini kaybediyordu. Ayşegül'üne yardım edememişti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüş o ışık tanıdıktı.. Ayşegül'ün kilerle aynıydı. - Bende gitar çalıyorum dedi Umut.. Ama artık pek zamanım olmuyor. Çünkü hayatım yatakta geçiyor. Yener gitarını aldı, - Şimdi gidiyorum, annenlere söyle gitarını getirsinler. Yarın uğradığım da bir konser veririz ne dersin ? Umut gülümsedi.. Bu çocuğu sevmeye mi başlamıştı ne? Gitarı ellerine aldılar. Yener öyle neşeli parçalar çalıyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandır böyle gülmemişti. Ne tesadüftü ki ikisi de aynı yaşta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. İkisi de gitar çalıyordu ama Umut ölüyordu. Bu düşünceyi bir türlü aklından çıkaramıyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan ışığın yine sönüp gittiğini fark etti. - Ne zaman çıkıyorsun hastaneden diye sordu. - Yarın. Yazlık evimize gideceğiz. Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardı. - Sende gelsene. Umutların evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayalıklar arasında ki ev kuş bakışı tüm körfezi görüyordu.. Yener: - Hadi yüzmeye... Umut: - Ama ben çok halsizim... Yener: - Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleşeceksin. - Haklısın dedi Umut.. Kayalara ulaştıklarında en yüksek kayanın uçunda durdu Yener. - Sence burası kaç metredir? dedi. - Bence 3-4 metre var ve su sığ.. dedi Umut. Yener: - Ben buradan atlayacağım dedi. - Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut. Yener kayaların uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladı.. Umut'un rengi atmıştı kayanın uçuna koştu. Bir iki dakika soluk alamadı ve Yener'in su yüzüne çıkıp ona el salladığını görünce bulunduğu yere çömeldi ve ellerini başının arasına alıp öylece kaldı.. Yener kıyıya çıkmış gülerek geliyordu. Umut'a yaklaştı.. Nasıl atlayıştı diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine: - Umut dedi.. Umut başını kaldırdı, ağlıyordu bağırmaya başladı.. - Sen delirdin mi? ölebilirdin.... Yener Umut'a baktı önce sonra elindeki havluyu yere atıp üzerine, Umut'un yanına oturdu.. Gördünüz mü? Umut bey, insanın gözlerinin önünde bir sevdiğinin ölüme gitmesi ne kadar zormuş ? Tamam, sen kendini düşünmüyorsun, peki anneni de mi de düşünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düşünmüyorsun? Varını yoğunu sana harcamaya hazır babanı da mı düşünmüyorsun ? Gördün mü sevdiğinin eridiğini görmek ne zormuş? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmişsin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilacı üzerine gitmektir korkunun.. Savaş bu korku ile üzerine git, daha savaşa başlamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir şey olmazdı dedi... Yener şaka ile ekledi: - Yener ölümü bile yener. Sonra son derece ciddi şöyle dedi - Ve Yener ile Umut bu hastalığı da yenecek... Söz veriyor musun ? Ağlamayı kesmişti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düşünmediği bir şeyi anlamasına yardım etmişti. Onu sevenlerde çok acı çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yaşamalıydı. Yener ayağa kalktı, Umut'a elini uzattı... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti... O yıl yapılan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asıl Umut'un hayata dönüş gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sıcak bir yaz gününde kayaların üzerinde Umut tekrar doğmuştu. Umut ve Yener dostluğu her yıl çığ gibi büyüyerek gelişti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasında son nefesini verene dek.. 43 yaşında ki Umut, onsuzluğa alışmanın ne zor olduğunu bilerek, ama sevdikleri için hayatın acılarına katlanarak bir yılı doldurmuştu. Yazlık evlerinin balkonunda yıllar önce hayata yeniden doğduğu kayalara baktı.. Ve seslendi: Yener!!! Küçük çocuk koşarak geldi. - Evet, baba... - Gitar çalmayı öğrenmek istiyorsun, değil mi ? Çocuk sevinçle bağırdı: - Eveeeeeeeeet.... - Koş o zaman, yatağımın baş ucunda asılı olan Yener amcanın gitarını getir, o gitar bu günden sonra senin gitarın olacak dedi.. Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir... Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden doğabilirsiniz..

FARKINDA OL

Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru: 1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır. 2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur. 3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebei, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir. 4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile. 5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor. 6. Birisi için dünyalara bedelsin. 7. Çok özel ve teksin. 8. Varlığını bile bilmediğin biri seni seviyor. 9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar. 10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. 11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut. Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.' HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI İSTEDİĞİM İNSANLARA...

HAYAT BELKİDİR

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'ı da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:
- "Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak - mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum."
Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.
- "Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım" dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç birşey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve :
- "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Tam o sırada güzel kadının omuzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardesüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.
Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek.
- "Pardon" dedi kadın. "Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş

SOKAK

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..