20 Ocak 2009 Salı

HAYATIN ALTIN KURALLARI

Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol. Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma. Seni seviyorum derken inanarak söyle. Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak. İlk görüşte aşka inan. Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal. Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme. Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın. Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş. İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme. İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol. Yavaş konuş ama hızlı düşün. Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır. Eğer kaybedersen aklını da kaybetme. Üç S’yi unutma: Sevgi - herkese, Saygı - kendine, başkalarına, Sorumluluk - Tüm hareketlerin için. Eğer hata yaptığını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,bi
le bile devam etme.Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.
Anneni sev, say, ara. Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır. Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama. Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş. Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır. Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da b
üyük güç verir. Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme. Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstı
r. En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla o
lduğu zaman olacaktır. Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir. Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol. Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın. İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin

YAPILAN İYİLİK ÇABUK UNUTULURMUŞ !!!

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan, ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar,kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, a
ğzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın.", "Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. "Bir dakika" diye seslenir kurt: "Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok."Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım." "Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona gör
e davranmaya karar verirle
r. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..."Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadâkatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü De son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki, "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettârım, beni bu kurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir Zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter: "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş..."....

19 Ocak 2009 Pazartesi

HAYAT İNSANLARA NELER ÖĞRETİYOR

Hayatın bana birşeyler öğrettiğini ve bunları yazmam gerektiğini öğrendim. Mesela; İnsanlara kendimi zorla sevdiremeyeceğimi öğrendim. Yapabileceğin tek şey sevilebilecek biri olmak. Gerisi onlara kalmış İnsanları ne kadar düşünürsen düşün, onların seni o kadar düşünmedikl
erini öğrendim. Ve insanlar seni ne kadar severse sevsin günü geldiklerinde isminden bile nefret edebildiklerini öğrendim. Güven elde edebilmek için yılların gerektiğini, ama y
ok etmek için saniyelerin yettiğini öğrendm. Önemli olanın hayatındaki eşyaların değil, hayattaki kişilerin 
olduğunu öğrendim. İnsanın ancak 15 dakika çekici olabildiğini, ondan sonra alışıldığını öğrendim. Güzelliğin tek başına beş para etmediğini ise zamanla öğrendim.İnsanlar için olayların değil, onların önemli olduklarını öğrendim. İnsanların değişebildiğini öğrendim. Herkesin
 hakkettiği gibi yaşadığını öğrendim. Her ne kadar ince kesersen kes, kestiğinin her zaman iki yüzü olacağını öğrendim. İnsanların bir çoğunun hep kaybetmek için yaşadıklarını öğrendim. Sevdiğin kişilere sevgi dolu sözler söylemen gerektiğini, çünkü belki bu onları son görüşün olabileceğini öğrendim. Her ne kadar sevdiğini çok düşünsen de, yine de gidebileceğini öğrendim. Her ne kadar o seni çok düşünse de, yine de gidebileceğini öğrendim. Ve her ne kadar sevdiğini çok düşünsen de zamanı geldiğinde seninde gidebileceğini öğrendim. Ve gittiğim yeni yerlere eskiden bazı şeyleri götürmemeyi öğrendim. Dosta tevazu etmeyi, gurur yapmamayı öğrendim. İnsanların kendilerini ak kaşık saymak için kara yalanlar söyleyip, bu yalanlara kendilerini bile inandırabildiklerini öğrendim. İnsanların haklı durumdayken kendi sözleri yüzün
den haksız duruma düşebildiklerini öğrendim. Yılların değil de, acıların bizi büyüttüğünü öğrendim. Hep çocuk kalmak isterken kazayla nasılda büyüdüğümü öğrendim. Ne kadar büyüsem de içimde ki çocuk heyecanının hep bir şekilde kaldığını öğrendim. Çocukları ise çook sevdiğimi öğrendim. Öğrendiğim bazı şeylerin yanlış olsa da beni ben yapan şeyler olduğunu öğrendim. İnsanların seni hep hesapsız sevdiğini, ama bunu nasıl göstereceklerini bilemediklerini öğrendim. Sinirlendiğimde gerçekten buna değse bile asla acımasız olmamam gerektiğini öğrendim. Gerçek dostluğun ve gerçek aşkın arada uzak mesafeler olsa bile büyüdüğünü öğrendim. İnsanların şartlanmalar ile aşık olabildiğini ve aslında şartlanmalar ile aşık olunamayacağını öğrendim. Hayatta zamanın ne manaya geldiğini babaannemde öğrendim, (ömür bir ikindi vakti kadar bile yokmuş.) Sigaranın ve alkolün benden aynı zamanda şu anda ki ve gelecekte ki ailemden de uzak olması gerektiğini öğrendim.Restleşmelerin ve gururun kurbanı olmuş tatlı aşkların ve dostlukların nasıl ziyan olduğunu öğrendim. Eğer o gün öyle olmasaydı Bugün, Belki, Keşke sözlerini kendimden ve bir çok insandan duydum; insanların pişman olabildiklerini ama bunu çoğu kez itiraf edemediklerini öğrendim. Eğer pişmansam bunu çekinmeden dile getirmeyi ve insanlardan eğer gerekiyorsa ne olursa olsun için özür dilemem gerektiğini öğrendim. Gerçek aşkı bulursam kaybetmemem gerektiğini ikinci bir şansı olmamış insanla
rdan öğrendim. Sözlere değil de hareketlere ve gözlere inanmayı öğrendim. Birisinin seni istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm benliğiyle sevmediği anlamına gelmediğini öğrendim. En mutlu olduğum anların sevdiklerimi mutlu edebildiğim anlar olduğunu öğrendim. Bir arkadaşın ne kadar iyi olursa olsun seni üzeceğini, ve senin yine de onu affetmen gerektiğini öğrendm. Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun, dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim. Ve kalbin en kadar darbe görse de en asil intikamın Affetmek olduğunu öğrend
im.İki kişinin tartışmasının, birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmediğini öğrendim. Ve tartışmadıkları zamanda sevdikleri anlamına gelmediğini. İki kişinin tamamen aynı olan bir şeye baktıklarında bile farklı şeyler görebildiklerini öğrendim. Seni doğru dürüst tanımayan kişilerin, hayatını birkaç saat içinde değiştirebileceklerini öğrendim. Sevginin koca bir yalan olduğunu sevginin ise tek gerçek olduğunu öğrendim. Beklemeyi öğrendim, ama doğru durakta. Verebileceğin bir şey kalmadığında bile bir arkadaşın ağladığında, ona yardım edebilecek gücü bulabileceğini öğrendim. Canımdan daha kıymetli şeyler olduğunu öğrendim. Seni sevenlerin aslında ne kadar değerli olduğunu öğrendm. En çok önemsediğim kişilerin, benden hep uzaklaştıklarını öğrendim. İnsanları üzmeden ve duyarlı olarak kendi fikirlerini söylemenin çok zor olduğunu öğrendim. Öğrendim ve öğrenmeye devam edeceğim.!!!!!

VAKİT GEÇMEDEN

Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapatmıştı kendini...Sokağa çıkmıyordu. Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı... Bir gün fena halde sıkıldı, daya
namadı, attı kendini sokağa...Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar... Hani,ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmı
ştı işte...İçeri girdi. Kız,gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye. Nasıl bir gülümsemeydi o...Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?" dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi. Genç kızdan aldı paketi, çıktı dükkündan, evine döndü. Paketi açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı dükkâna...Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan...Günler hep alınıp, sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda...Annesi; "Git konuş oğlum, ne var bunda?" dedi. Ertesi sabah,bütün cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti. bir CD seçti. Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye. Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle

bir gece çıkabilir miyiz?" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi,notu kasanın yanına koydu gizlice. Sonra,paketini alıp kaçtı gene dükkândan... İki gün sonra evintelefonu çaldı... Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı, oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD vardı, bir de minik not..."Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı?Sevgiler... Jacelyn "Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve bir not vardı: "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.Sevgiler...Jacelyn

17 Ocak 2009 Cumartesi

YİNE SENSİZ GECTİ BUGUN

Bugün de sensiz geçti.Yine tadı yoktu gezdiğim yerlerin. Ne yeşilin yeşilinde buldum huzuru ne de uçuşan kelebeklerin renk cümbüşü kanatlarında. Gerçi hüzün de yoktu sensizliğin kol gezdiği bu yerlerde. Bütün manalarından soyunmuş yalın bir hayattı çevreleyen. Anladım ki yokluğunda seni yaşamak zor olacak. Anladım ki zor olanı yaşamak aşkı büyütecek. Ve yine anladım ki aşk, manası çözülemeyen sözlerde ifade

 bulacak.Ne zaman bir şarkı duysam aşktan yana, ya da bir film seyretsem içinde sevda geçen, o an bir duygu kasırgası sarar bütün benliğimi। Yüreğimin başını ince bir sızı sarar. Gözlerim uzaklarda bir noktaya takılır da geçmiş günlerin hatırasıyla avunur ruhum. Dağların tepelerindeki kar yığınlarından beslenen pınarlar gibi sevdanla beslenen ruhum yokluğunda çektiği ıstırabı bir ödül olarak kabullendi. Sensiz yaşamaya mahkum edildiğim zamanların inadına seni bulduğum zamana minnet duyuyorum.
İnsan umut ettiği müddetçe yaşarmış. Umut, her gün doğumunda, gün ışıklarıyla dolar odama.Bahçemde yeni açmış bir çiçek, ağacımın dalında minik bir serçe, ya da bilmediğim bir evde beşiğinde uyuyan bebeğin yanağında pembe bir gülümseme olur. Umut, satıcıların çığlıklarında gezinir sensiz sokaklarda. Ya da bir dilencinin minnet dolu bakışlarında süzülür. Umut, sen olduğun için umuttur. Ve gün akşama varmadan maviye boyanır bütün umutlar. Mavi, sen sevdiğin için bütün renklerin ana rengidir. Sonra bütün beklentilerin en can alıcı yerinde sesin duyulur. Süzme bal şerbeti tadında ılık ılık sarar bütün ruhumu. Her kelime ayrı bir mana yüklenir de, her mana hayatıma şekil verir. Umut etmenin, umutla beklemenin bir doyumsuz ödülüdür duyduğum ses. Zaferden yeni dönen mağrur komutan adına düzenlenen şölenler bu ödülle boy ölçüşemezler.Adına anıtlar dikilen hiç kimse böylesi ödüle layık görülmemiştir. Hiç kimse tatmamıştır benim tattığım zevki.

Gece mavi hayallerle iner şehrin üstüne. Mavi karanlıklarda sen dolarsın odamın yalnızlığına. Bütün eşyalar mahzun bakışlarında ışıltılı çiçeklere döner. Yıldız yıldız göky

üzüne ulaştığında aynı mehtabı seyretmenin iç huzurunu yaşarım. Samanyolunda başlayan aşk şarkıları evrenin bütün galaksilerinde adını söyler. Bilirim ki kalp atışlarım sana kadar u

laşır. Bilirsin ki bu nazenin atışlarda yine adın fısıldanır. Seninle başlayan gece, rüya aleminin maviliğinde yine seninle devam eder. Avuçlarının sıcaklığı sarar bedenimi.Binlerce volkan birden hayata geçer. Sarhoşluğun beni benden alırda yalnız ikimiz için yaratılmış bir dünyaya sürükler.

Bütün günü seninle yaşamak hayatı dolu dolu yaşamaktır. O gözlerindeki efsunkar bakış, o dudaklarındaki yakan sıcaklık, o ellerinde hayat bulduğum tatlı okşamalar ve bütünüyle sen... İşte beni var eden....Bütün bu satırlardan sonra şayet “deli” olduğumu düşünüyorsan haklısın. Çünkü ben aşkınla deliyim. Unutma ki aşk delileri bütün suçlardan arınmıştır. Suç deli olanın değil, onu deli edenindir. Ben zindanlarında çile çekmeye de, zincire vurulmaya da razıyım. Bu aşk delisinin hürriyeti yine bu zincirlere vurulmakla mümkündür.

16 Ocak 2009 Cuma

UMUT YENER

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarına her geçen gün biraz daha yükleniyordu.Yaşamdan bıkmıştı, gözleri yılgın bakıyordu. Işıl ışıl olması gereken o gözler sönük ve bitikti sanki...Umut her gün ölümü biraz daha yaklaşmış olarak, daha 21 de ölümü ensesinde hissediyordu. Umut ölüyordu... Aldığı o kemoterapi denen illet onu daha ölmeden öldürüyordu.. İlaç sonrası çektiği acıyı bir tek o biliyordu.. Umut ölüyordu.. Bir seferinde: - Ölmek istemiyorum demişti doktoruna. - Basket takımında idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmişti, sonra gitar çalıyorum. Daha çalmasını öğrenmek istediğim çok parça var. Ben bir psikolog olacağım sonra. Bunları 6 aya nasıl sığdırırım söyler misiniz bana ?diye bağırdı. Umut, sitemi sadece kaderineydi koskoca doktor un gözleri doldu. Umut ölüyordu.. Kendini çok kötü hissettiği bir gün ailesi onu gene apar topar hastaneye kaldırdı. Acil kan gerekiyordu. Aileden kimsenin kanı uymadığı için, kan anonsla arandı. Yener o sırada hastanede yatan bir arkadaşını ziyaret etmekte idi. - Bu kan benim kanımla aynı dedi arkadaşına. Kan vermek için aşağı kata koştu.. - Kan vereceğim dedi, anons için geldim.. Yener ve Umut bu vesile ile tanıştılar. O gün Yener kan verdiği hastayı ziyaret etmek istemişti.. Nereden bilecekti ki o gün tanışacağı bu kişinin hayatının sonuna kadar onun en iyi dostu olacağını. - Geçmiş olsun dedi Yener Umut'a.. Umut: - Bana kan vermişsiniz. Sağ olun, ama zahmet olmuş, uğraşıp durmayın!! Nasılsa ben yakında ölüp gideceğim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra ne fark eder değil mi ? Yüzünde ki açıkça okunan hüznünü, umursamaz tavırlara bırakmak istiyordu Umut. Ama pek başarılı olamıyordu.. Yener elinde ki gitarı yatağın kenarına bıraktı. Umut o zaman gitarı fark etti.. Demek gitar çalıyordu.. Umut'ta çalıyordu ama şu illet hastalığa yakalandığı son 9 aydır, eline gitarı almamıştı. - Sen daha yaşarken pes etmişsin, dostum diye başladı söze Yener. - Bak hayat savaş demektir. Kimi ekmek parası için savaşır, kimi bir parça toprak için, sen yaşamak için savaşmazsan, bu hastalık seni, sen ölmeden gömer,unutma !! diye bitirdi sözünü. Umut savaşmaktan yorulmuştu. Artık şu ölüm gelse de alsaydı onu, herkesin ona acıyarak bakmasından bıkmıştı. Aldığı ilaçlara bağımlı yaşamaktan nefret ediyordu. Hayattan buz gibi soğumuştu. Sanki boş bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmişti. Yener bunları düşündü.. Umut'u çok iyi anlıyordu. Çünkü 2.5 yıl önce kaybettiği kız arkadaşı, canı, kelebeği de aynı Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden, ölüp gitmişti. Yener ona yardım edememişti, hem onsuz geçecek yıllarını düşünüp kendine acımaktan buna vakit bulamamış, hem de Ayşegül'de, kelebeğinde tam olarak bu hisleri anlayamamıştı.. Çünkü Ayşegül ile Yener'in de bir parçası ölüyordu.. Yener kelebeğini kaybediyordu. Ayşegül'üne yardım edememişti Yener, ama Umut'a edecekti.. O gün buna karar verdi.. Çünkü umudun gözlerinde ki o sönmüş o ışık tanıdıktı.. Ayşegül'ün kilerle aynıydı. - Bende gitar çalıyorum dedi Umut.. Ama artık pek zamanım olmuyor. Çünkü hayatım yatakta geçiyor. Yener gitarını aldı, - Şimdi gidiyorum, annenlere söyle gitarını getirsinler. Yarın uğradığım da bir konser veririz ne dersin ? Umut gülümsedi.. Bu çocuğu sevmeye mi başlamıştı ne? Gitarı ellerine aldılar. Yener öyle neşeli parçalar çalıyordu ki, Umut'un yüzü uzun zamandır böyle gülmemişti. Ne tesadüftü ki ikisi de aynı yaşta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. İkisi de gitar çalıyordu ama Umut ölüyordu. Bu düşünceyi bir türlü aklından çıkaramıyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan ışığın yine sönüp gittiğini fark etti. - Ne zaman çıkıyorsun hastaneden diye sordu. - Yarın. Yazlık evimize gideceğiz. Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardı. - Sende gelsene. Umutların evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayalıklar arasında ki ev kuş bakışı tüm körfezi görüyordu.. Yener: - Hadi yüzmeye... Umut: - Ama ben çok halsizim... Yener: - Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleşeceksin. - Haklısın dedi Umut.. Kayalara ulaştıklarında en yüksek kayanın uçunda durdu Yener. - Sence burası kaç metredir? dedi. - Bence 3-4 metre var ve su sığ.. dedi Umut. Yener: - Ben buradan atlayacağım dedi. - Saçmalama, çok tehlikeli dedi Umut. Yener kayaların uçuna gitti bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladı.. Umut'un rengi atmıştı kayanın uçuna koştu. Bir iki dakika soluk alamadı ve Yener'in su yüzüne çıkıp ona el salladığını görünce bulunduğu yere çömeldi ve ellerini başının arasına alıp öylece kaldı.. Yener kıyıya çıkmış gülerek geliyordu. Umut'a yaklaştı.. Nasıl atlayıştı diye sordu gülerek. Umut cevap vermedi yine: - Umut dedi.. Umut başını kaldırdı, ağlıyordu bağırmaya başladı.. - Sen delirdin mi? ölebilirdin.... Yener Umut'a baktı önce sonra elindeki havluyu yere atıp üzerine, Umut'un yanına oturdu.. Gördünüz mü? Umut bey, insanın gözlerinin önünde bir sevdiğinin ölüme gitmesi ne kadar zormuş ? Tamam, sen kendini düşünmüyorsun, peki anneni de mi de düşünmüyorsun? Dostun Yener'i de mi düşünmüyorsun? Varını yoğunu sana harcamaya hazır babanı da mı düşünmüyorsun ? Gördün mü sevdiğinin eridiğini görmek ne zormuş? Sen ölmeden gömülmeyi, seçmişsin ölümden korkma demiyorum ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum ama korkunun ilacı üzerine gitmektir korkunun.. Savaş bu korku ile üzerine git, daha savaşa başlamadan yenilgiyi kabul ediyorsun? Üzülme bana bir şey olmazdı dedi... Yener şaka ile ekledi: - Yener ölümü bile yener. Sonra son derece ciddi şöyle dedi - Ve Yener ile Umut bu hastalığı da yenecek... Söz veriyor musun ? Ağlamayı kesmişti Umut, Yener in söylediklerini dikkatle dinliyordu.. Yener bugüne kadar hiç düşünmediği bir şeyi anlamasına yardım etmişti. Onu sevenlerde çok acı çekiyordu. Kendisi ve sevenleri için yaşamalıydı. Yener ayağa kalktı, Umut'a elini uzattı... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti... O yıl yapılan ilik nakli ile umut hayata döndü, ama asıl Umut'un hayata dönüş gününü sadece Yener ve Umut biliyordu sıcak bir yaz gününde kayaların üzerinde Umut tekrar doğmuştu. Umut ve Yener dostluğu her yıl çığ gibi büyüyerek gelişti.. Ta ki geçen sene Yener bir trafik kazasında son nefesini verene dek.. 43 yaşında ki Umut, onsuzluğa alışmanın ne zor olduğunu bilerek, ama sevdikleri için hayatın acılarına katlanarak bir yılı doldurmuştu. Yazlık evlerinin balkonunda yıllar önce hayata yeniden doğduğu kayalara baktı.. Ve seslendi: Yener!!! Küçük çocuk koşarak geldi. - Evet, baba... - Gitar çalmayı öğrenmek istiyorsun, değil mi ? Çocuk sevinçle bağırdı: - Eveeeeeeeeet.... - Koş o zaman, yatağımın baş ucunda asılı olan Yener amcanın gitarını getir, o gitar bu günden sonra senin gitarın olacak dedi.. Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir... Gerçek bir dostunuz var ise hayata her an yeniden doğabilirsiniz..

FARKINDA OL

Farkında olmayabilirsin ama %100 doğru: 1. Bu dünyada uğrunda ölebileceğin en az iki kişi vardır. 2. En azından 15 kişi öyle ya da böyle seni seviyordur. 3. Herhangi birinin senden nefret edebilmesinin tek sebebei, aslında sadece senin gibi olmak istemesidir. 4. Senden gelecek bir gülümseme bazılarına mutluluk getirebilir, o senden hoşlanmasa bile. 5. Her gece, birisi uykuya dalmadan önce seni düşünüyor. 6. Birisi için dünyalara bedelsin. 7. Çok özel ve teksin. 8. Varlığını bile bilmediğin biri seni seviyor. 9. Hayatındaki en büyük hatayı yaptığın zamanda bile, ondan hayırlı birşey çıkar. 10. Ne zaman dünya sana sırtını dönmüş gibi hissedersen, dön ve bir daha bak. 11. Her zaman aldığın iltifatları hatırla. Kaba sözlerin hepsini unut. Eğer sevgi dolu bir arkadaşsan bunu herkese gönder, sana gönderen de dahil.
Eğer geri alırsan demek ki gerçekten seviliyorsun. .
Ve hep hatırla....
İyi arkadaşlar yıldızlar gibidir, onları her zaman göremeyebilirsin ama orada olduklarını bilirsin.
'Bir dosttan tek bir gül ve güzel bir sözü ben onunlayken almayı,
öldükten sonraki bir kamyon dolusu çiçeğe tercih ederim.' HER ZAMAN YANIMDA OLMASINI İSTEDİĞİM İNSANLARA...

HAYAT BELKİDİR

Ewan 22 yaşına o sene basmıştı, kendinden emin çok zeki ve çok çekici bir genç adam olmanın asaletini taşıyordu. 10 gün sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere İngiltere'den ayrılacaktı, hiçbir şeyden korkmuyordu ama duygusallığı nedeniyle, ülkesinden ayrılma fikri zor geliyordu ona.
Ağır adımlarla büyük kütüphaneden içeriye girdi, bir kitap alıp oturdu ve okumaya koyuldu. Gerçekten de çok güzel temalara değinmiş etkileyici bir kitaptı elindeki, ama daha da güzel olanı kitabı daha önce başkasının da okumuş ve bazı yerlere notlar almış olmasıydı. Okuyanın notlar aldığı bölümler Ewan'ı da derinden etkiliyor, notları okudukça sarsıyordu. Kim olabilirdi bu? Hemen kütüphane memuresine gitti ve daha önce kitabı okuyan kişinin kim olduğunu öğrendi. Holly adında bir kadındı, adresini aldı ve eve varır varmaz bir mektup yazdı:
- "Büyük Kütüphanede bir kitap okudum. Eklediğiniz notlar karşısında hayranlık duyduğumu belirtmeliyim. 10 gün sonra Kore'ye gidiyorum, sizi tanımak - mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı sabırsızlıkla bekliyorum."
Holly'den olumlu cevap geldi ve mektuplar ardı arkasına yazılmaya başlandı.
Her yeni mektupta birbirlerinden biraz daha etkileniyor, yüreklerini birbirlerine biraz daha açıyorlardı. 2 sene bu şekilde geçip gitti. Ewan ve Holly birbirlerine belki binlerce mektup yazmış, her mektuptan ayrı tatlar almışlardı. Ewan'ın ülkeye geri dönme zamanı gelmişti, son mektubunda Holly'i görmek istediğini yazdı.
- "Ancak seni tanıyabilmem için bana bir resmini gönder lütfen" diye ekledi. Holly buluşmayı kabul etti fakat resmi göndermedi. "Resmin ne önemi var ki? Bizi ilgilendiren kalplerimiz değil mi? Yakama kırmızı bir çiçek takacağım" dedi.
Günler birbirini kovaladı ve Ewan ülkeye döndü. Trenden indiği ilk anda gözleri Holly'i aradı. Bir müddet bakındı, sonra kalabalığın arasından şimdiye dek gördüğü en güzel kadın belirdi. Uzun boylu, çok güzel vücutlu, uzun sarı saçlı, masmavi iri gözleri ve mavi elbisesiyle muhteşem bir kadındı. Kadına doğru bir adım attı, ama yakasında hiç birşey yoktu. Kadın gözlerine baktı ve :
- "Merhaba denizci, benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Tam o sırada güzel kadının omuzunun üzerinden, yakasında kırmızı çiçek olan kadını gördü. Kısa boylu, şişman sayılacak kiloda, gri kısa saçlı, tozlu uzun pardesüsü ve kalın bilekleriyle öylece duruyordu.
Ewan şaşkındı, az önce hayatında gördüğü en güzel kadından bir teklif almıştı ancak karşısında da yüreğine aşık olduğu kadın duruyordu. Kendini toparladı ve yanından geçen dünyalar güzeli kadına aldırmadan ilerledi. Elinde Holly'le birbirlerini tanımalarını sağlayan kitap vardı. Elini uzattı, "Merhaba Holly" dedi gözlerinin içi gülerek.
- "Pardon" dedi kadın. "Ben Holly değilim. Az önce buradan geçen sarı saçlı mavi elbiseli bayan yakama bu çiçeği taktı ve bunun hayatının sınavı olduğunu söyledi. Sizi garın çıkışındaki cafe'de bekliyormuş

SOKAK

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

14 Ocak 2009 Çarşamba

MUTLULUK

Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol. Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma. Seni seviyorum derken inanarak söyle. Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak. İlk görüşte aşka inan. Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal. Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme. Derinden ve inançla sev. Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın. Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş. İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme. İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol. Yavaş konuş ama hızlı düşün. Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır. Eğer kaybedersen aklını da kaybetme. Üç S’yi unutma: Sevgi - herkese, Saygı - kendine, başkalarına, Sorumluluk - Tüm hareketlerin için. Eğer hata yaptığını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,bile bile devam etme.Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır. Anneni sev, say, ara. Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır. Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama. Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş. Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır. Dua et. Büyük güç verir. Düşün. Daha da büyük güç verir. Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme. Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır. En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır. Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir. Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol. Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın. İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin

12 Ocak 2009 Pazartesi

RİCA

Pembe dizilerdeki sahte aşk nağmelerini bizden duymaya çabalamayın çünkü onlar gerçekten rol yapıyor ve kabak bizim başımıza patlıyor.
* Bir SMS gönderdiğiniz zaman ilk 10 saniyede cevap gelmeyince ikinci SMS'te "Orda mısın???" diye sormayın. Kesinlikle oradayızdır..!
* Mağazada gelinliklere bakıp "Aaaa ne güzeeel" dediğinizde onun bizim için bir anlamı yoktur. Bizi duygusuzlukla suçlamayın. Gelinlik sadece kızların hayalidir erkeklerin değil!!!
* Saçlarınızı boyattığınızda bunu fark edemezsek anlayın ki yakışmamıştır ve bu bizim suçumuz değildir.
* Çoğu erkek ısrardan ve bir şeyi ikinci kez duymaktan nefret eder; mutlaka ilk söylediğinizi anlamışızdır ama işimize gelmiyordur, lütfen bize geri zekalı muamelesi yapmayın.
* Alışveriş yapmak hiç zevkli değildir ve asla zevkli olmayacaktır.
* 'Beni seviyor musun?' diye sormayın. Emin olun ki sevmiyor olsak yanınızda bir saniye bile durmayız…
* Bizden sizinle aynı üzüntüyü yaşamamızı ve size tuvalete kadar eşlik etmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın görevidir.
* Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyerseniz giyin, size çok yakışıyor, yemin ederiz. O yüzden bir daha sormayın.
* Biz erkekler gerçekten basitizdir. Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak, aslında sadece acıkmışızdır ve sadece ekmeği getirmenizi istiyoruzdur. Bundan 'ekmek niçin masada değil' diye bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın zira tüm erkekler edebiyatçı değildir…
* Eğer farkında olmadan 2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kötü ve sizi üzecekse, kesinlikle diğer anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın…
* Biz farklı anlamlar taşıyan dolaylı, mecazlı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin ve bizi yormayın…
* Eğer şişmanladığınızı düşünüyorsanız ki büyük ihtimalle şişmanlamışsınızdır. Bize sormayın, cevap vermeyi reddediyoruzdur.
* En karmaşık durumda bile bizim için temel kural şudur: 'En kolayını seç'. Bizden komplike şeyler beklemeyin.
* Erkekler genelde sadece ana renkleri görürler. Mesela, şampanya bir renk değil, bir içkidir bizim için.
Sarımsı Yeşil, Açık Yeşil Likör yeşili, Çimen Yeşili, Kireç Yeşili, Yay Yeşili, Orta Deniz Yeşili
Yukarıda saydıklarınız vallahi hepsi yeşil işte..! Lütfen bizi zorlamayın..?
* Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır. O yüzden 30 çift ayakkabınızdan hangisinin kıyafetinize uyacağını bilmiyoruzdur lütfen sormayınız ayrıca uyum diye bir şey yoktur ve sırf uyum için giyeceğiniz şeyleri 1 hafta önceden tasarlamanız tamamen sizin takıntınızdır. Mavi kotun üstüne her renk ve desen blüz giyilebilir.
* Kırmızı tokanız var ve sırf bu tokaya uyum sağlaması için lütfen kırmızı takım elbise almaya bize mağazaları dolaştırmayınız..!
* Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol yemek ve mutfak gerçekliğinin icrasıdır…
* Bizi anlamaya çalışın; ancak bizi anlama işini lütfen fazla abartmayın çünkü çok kolay anlaşılır erkekler.
* Evi temizleyip yorulduktan sonra, yüzünüze bakılmayacak haldeyseniz, yaptığınız temizliğin bizim için bir anlamı yoktur, takdir beklemeyin. Temiz bir evden ziyade bakımlı görünen bir kadınla bir evi paylaşmak daha anlamlıdır…
* Ev işlerinden sonra yattığınız yerde sızıp kalıyor ve her türlü kur çabasına yorgunum diyorsanız bu bizi bozar… Bir erkeğe temiz evden önce temiz bir eş ve hatta sadece bir eş lazımdır. Temizlik bir temizlikçi tarafından da yapılabilir ama bazı şeyler temizlikçi ile yapılmaz… Yapılmamalı da. Bizi zorlamayın..!
* Aylarca süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz, mutlaka bir doktora gidin.
* Size 'neyiniz var' diye sorduğumuzda, 'hiç bir şeyim yok!!!' derseniz size inanırız, bizim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa doğrudan söyleyin sonra bizi anlayışsız durumuna düşürmeyin…
* Canım sıkılıyor hiç dışarı çıkmıyoruz hep evdeyiz farkındamısın diye sormayın farkındayızdır. Sadece nereye gitmek istediğinizi söyleyin bizi yormayın...
* 30 civarında ayakkabınız ve dolaplar dolusu elbiseniz varken bizi iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.

GEC KALMAK

Karlı bir kış günüymüş... Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç, yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onuniçeri girmesine müsade etmesini istemiş. Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam, git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"
Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı daha başka düşünceler sarmış,kırlangıcın arkadaşlığını geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş... "Keşke kuşu içeri alsaydım. Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır, cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş. Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.Ama görememiş zavallı kırlangıcı...
Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadaraçıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.
Onun hevesle havada uçan kuşlara baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunubilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

***
Dikkatli olun...Farkında olun...Kendinize bir sorun...Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?
Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar size sunulan bir dostluğu?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki, sadece birkez karşımıza çıkar,değerini bilemezsek kaçıp giderler.Ve asla geri gelmezler.... :((

8 Ocak 2009 Perşembe

UMUT









Uzun uzun yıllar evveldi....Uzak sahillerin, nemi yaprağı üzerinde, yemyeşil ormanlarındagüzeller güzeli bir kız yaşarmış.......Adı yokmuş..Bir isme de, ihtiyacı yokmuş zaten.Duyamaz ve konuşamazmış, O......Tüm gün topladığı deniz kabuklarıyla uğraşırmış sadece.....Her sabah uyandığında,"acaba bugün, hangi deniz kabukları bulma şansına sahibim" diye merak duyarmış.....Kime sor sanız, tüm deniz kabuklarının birbirine benzediği o uzun sahillerde, o aylardır yıllardır hep mutlu veher günü ayrı bir umut ve güzellik içinde, heyecanla yaşamaktaymış.....Çünkü Ozamanın,sevenler için sonsuz olduğuna inanırmış......Çünkü O,zamanın,sevinenler için kısaüzülenler için çok uzun,korkanlar için çok hızlı ,bekleyenler içinse çok yavaş olduğunu, bilirmiş......O, sonsuzu seçen, seven , ama çok seven bir yüreğe sahipmiş......Topladığı ve dokunduğu her deniz kabuğu ile, yüreğine bir parça daha sevgi biriktirmekteymiş......O, deniz kabuklarında, kulaklarıyla duyamadığı, bilinmez nice sesleri dinlemekteymiş aslında......Yüreğinin kumsalları ve suları, ona hiç gitmediği, hiç görmediği kıyıların, nice hikayelerini anlatır durularmış......Dünya, onun yüreğinde atarmış...Dünya, onun yüreğinde ses verirmiş evrene......O, dünyayı yüreğinden işitir, bilir ve yaşarmış......Bazen işittiklerimiz, yeter . sanırız...bildiklerimiz gerçek sanırız.......Ve bunlar mutlu etmez bizi.....Çünkü mutluluk;duyamadıklarımızda, gidemediklerimizde,fark edemediklerimizdedir....Oysa, görebildiklerimizden, daha fazlasıdır gerçekler........Günlük döngüler içinde, Sevdiklerimizle ve kendimizle paylaşabileceğimiz şeylerden uzak kalarak yaşıyoruz hayatlarımızı maalesef.....Hayat bu olmamalı.. Işler hiç bir zaman durulmayacaktır ki, hep yoğun, hep çok olacaktır......Ama sular bile durulur.Durulur ve durulanır o zaman su; sedeflenir, sakinliğin, dinginliğin tatlı huzuru , derinliği aks olur kumsallarda.....Bu hayattır işte.. Hayat oradadır...Dinlerken, beklerken, izlerken, durulanırken..Hayat orada yaşanır gerçel anlamda..Oysa bizler mekanik ve elektronik bir dünyaya hapis vaziyette şuursuz yaşıyoruz, "hayat, bu" diye.....Yaşamımızı, hayata ve kendimize endeksleyebilmeliyiz...Ggerçekle, doğru arasındaki farkı görebilmeliyiz......Hepimiz ....Gerçekten mutlu olmak,sadece yüreğin işidir...Yüreklerimize fırsat vermeliyiz.....Her yeni güne başlarken,hangi deniz kabuğuna dokunarak,bilinmedik hangi yaşama katılacağımız şansına . gülümseyerek,umutla uyanmalıyız......Var olmanın güzelliği bu olsa gerek...Acaba, bugüne kadar,yüreğinizde kaç deniz kabuğu biriktirmişsinizdir ?Sen...,bugün hangi deniz kabuğunu dinledin,ve bugün kaç deniz kabuğu topladın?Insanın yüreği, belki de, deniz kabuklarından örülü olmalı.Her yürek, bir . kumsal olmalı belki de......Kumsal gibi sonsuz olmalı.....Kum tanelerinin kristallerinde, nice deniz çiçekleri, sedefleri açtırmalı her gün için..Ve, her mevsimde ebruli olmalı o kumsal,her koşulda kumsalda olmalı varlığımız.Mesela, yazı, kumsal mevsimi biliriz sadece. Fakat, kışın da, oradayızdır.. Insanlar nedense, kumsalları, sadece yazın fark ederler......Ne talihsizlik.!Tıpkı, yüreklerimizi de, aynı talihsizliklerle fark edemediğimiz gibiBelki de, maviyi görmek değildir önemli olan..Belki, bakışlarımız gökyüzüne yöneldiğinde,Önce, uçurtmayı görebilmeli gözlerimiz..Önce uçurtmayı görebilirsek, mavileri de yakalarız zaten......Uçurtma, mavidedir nihayetinde....Eğer her gün, yeni bir var olma çiçeği açıyorsa gözlerimizde veYüreğimizin ebruli kumsallarından, yepyeni deniz kabukları, sedefler toplayabiliyorsak,Yokluk yok demektir, değil mi?VE, her sabah ya da akşam üstleri,Sulanmalı mutlak o var oluş çiçeklerimiz.......Güne ya da akşama başlarkenYürek su ister......Çiy ister... Şebnem ister......Insanın en yalnız olduğu zaman dilimlerdir, sabahın eri ve akşamüstleri.......Insanın en çok kendi olduğu, kendinde ve kendiyle olduğu vakitlerdir onlar.Doğrularımızdan, gerçeğe yönelik yolculuğun başladığı vakitlerdir.Sonsuza uzanan, uzanması gereken yürekler yollarını çiçeklendirme ve deniz kabuklarını sevgilendirme vakitleridir.Doğrularınıza sahip çıkın. Kendinizi yakalayın.Sonsuzluğu, kendinizden esirgemeyin.Bakın, dinleyin, dokunun, deniz kabuklarının size söyleyecekleri var..Yüreğinizin, ebruli kumsalından ayrılmayın

7 Ocak 2009 Çarşamba

anne


Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.
Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.
Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.
Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
bir annenin evladının mutluluğundan başka ve sadece anne seni seviyorum kelimesinden başka isdediği ne olabilirki?

3 Ocak 2009 Cumartesi

GELİR MİSİN?


Gelir misin ?

Dünü kaybettik.
Yarın çok geç…
Avuçlarımızda sadece bugün var…

Sen varsın, ben varım…

Bir de aşk!

Yaşanmamış, yaşanmayı bekleyen aşk…

Gözlerinde pas tutmuş hüzünleri silecek,

seni ve beni mutlu edip güldürecek bir aşk.

Dün tanımıyordum seni ve bilmiyorum nerelerde olduğunu.

Bugün çıktın karşıma…

Yarınlarıma bir umut, kilit vurulmuş yüreğimin anahtarısın.

Öyle hissediyorum…

Dünü kaybettik, yarın çok geç…

Avuçlarımızda sadece bugün var…

Gel…

Düne inat bugünü yaşayalım…

Sen kırların kraliçesi papatyam ol, ben seni yüreğime savuran hoyrat rüzgar.

Dudaklarımızdan sevgi sözcükleri dökülsün.

Gözlerin değsin gözlerime, ellerin kavuşsun ellerime…

Kanatlanıp uçalım, sevdaya…

Mutluluktan ağlayalım, gözyaşlarımız birbirine karışsın.

Önce onlar birleşsin avuçlarımızda…

Onlarla yıkayalım yüzümüzü…

Yaşanmamış sevdalara inat,

sonsuza dek doya doya yaşayalım gecemizi gündüzümüzü…

Gel…

Dün yoktun, yarın çok geç.

Avuçlarımızda sadece bugün var…

Sen varsın, ben varım…

Bir de aşk!

Bizi bekliyor, bizi çağırıyor…

Sahi gelir misin ?

PERS SULTANI VE İKİ ADAMİ


Pers Sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiş.


Sultan’ın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi hayatini bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş.

Kendini dünyadaki tek ucan ata binerken hayal eden Sultan bunu kabul etmiş…

Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve “Atların uçamadığını biliyorsun. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya..? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar.”

” Pek değil ” demiş birinci mahkum.

” Kendime dört özgürlük sansı veriyorum.

Birincisi : Sultan bu yıl ölebilir.

İkincisi : Ben ölebilirim.

Uçuncusu : At ölebilir…

Dördüncüsü… “Belki ata uçmayı öğretebilirim.”.! ”


UMUTLARIMIZIN HIC TUKENMEMESI DILEGIYLE

ERKEK DEDİGİN

ERKEK DEDİĞİN
Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.
Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.

Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.

Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.

Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.

Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.

Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.

Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.

Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...

Zeki olacak.

Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi

katmasını da.

Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.

Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.

Erkek dediğin önce sevecek.

Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.

O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.

Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.

Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.
Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.

MUTLULUGUN GİZİ

Bir tüccar, "Mutluluğun Gizi"ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış...

Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış:

Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama "Mutluluğun Gizi"ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. "Ama sizden bir ricada bulunacağım," diye eklemiş bilge. Delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş.
- "Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz."

Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

- "Güzel, demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşı'nın oluşturmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?"

Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.


- "Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı," demiş ona bilge."Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin."

İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış.

- "Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?" diye sormuş bilge.
Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. "Peki", demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi...
- "Sana verebileceğim tek bir öğüt var" :

"Mutluluğun Gizi", dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...

kadınlar ne ister


"Nasil bir erkek ariyorsun?"


Kadin bir süre sessiz kaldiktan sonra adamin gözlerinin içine bakarak sormus:


"Gerçekten bilmek istiyor musun?"


Adam biraz isteksiz, "Evet" demis.


Ve kadin baslamis anlatmaya...


"Bugün ve bu yasta bir kadin olarak, bir erkege onun benim için benim kendime yapabilecegimden fazla ne yapabilecegini soracak konumdayim.


Kendi masraflarimi karsilayabiliyorum; bir erkegin yada bir baska kadinin yardimina gerek duymadan evimi idare ediyorum. Böyle olunca,"Sen masaya ne koyuyorsun?" sorusunu sorma konumundayim.


Adam kadina bakmis. Paradan söz ettigini düsünüyormus.


Kadin hemen bu düsünceyi

düzeltmis:

"Sözünü ettigim, para degil.

Ondan öte bir sey istiyorum. Hayatin her alaninda mükemmeliyeti arayan

bir erkege ihtiyacim var."


Adam arkasina yaslanip kollarini kavusturarak kadindan biraz daha

açiklama istemis.


Kadin baslamis anlatmaya:


"Kendini zihnen mükemmellestirmeye çalisan birini istiyorum çünkü sohbet ve zihnen uyarilma ariyorum. Basit bir adama ihtiyacim yok.


Ruhen mükemmellesmeye çalisan birini ariyorum, çünkü dengesiz bir

birlesmeye ihtiyacim yok.


Inananlarla inanmayanlarin bir araya gelmesi felakete yol açar.


Parasal açidan mükemmellik arayan bir erkege ihtiyacim var, çünkü parasal bir yük istemiyorum.


Bir kadin olarak yasadiklarimi anlayacak kadar duyarli,

ayagimi saglam basmami saglayacak kadar güçlü bir erkek ariyorum.


Saygi duyabilecegim birini ariyorum.

Kendi islerini yürütemeyen adama saygi duyamam.


Boyun egme konusunda sorunum yok... yeter ki buna deger biri olsun.


Kadin aklindan geçenleri böyle döküverdikten sonra adama bakmis.


Adam yüzünde saskin bir ifadeyle oturakalmis:


"Çok fazla istiyorsun." demis.


"Degerim çok fazla." diye yanitlamis kadin

KIRMIZI GÜL

Bir ülke varmış eskiden. Ve bu ülkede hiç ama hiç kırmızı gül yokmuş bütün güller beyaz renkteymiş. Bir de birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış bu ülkede... Birbirlerine çok yakışıyorlarmış. Kız çok güzel delikanlı ise çok yakışıklıymış...



Delikanlı bu kız için herşeyi yaparmış.. Kıza evlenme teklif etmiş. Kız ise bir şartla demiş. ''Bana kırmızı renkte bir gül getirirsen seninle evlenirim''. Delikanlı çok üzülmüş çünkü hiç kırmızı gül yokmuş. Beyaz güllerle dolu bir bahçeye gitmiş aramış ama yok...



Sonra ordaki bir bülbüle derdini yanmış.. Bülbül dinlemiş genci... Ve en sonunda "Üzülme delikanlı, yarın buraya aynı saaatte gel ve kırmızı bir gül göreceksin onu al kıza götür, evlenin mutlu olun... Sen onu çok seviyorsun mutluluk hakkın" demiş. Çocuk biraz şaşkın ayrılmış ordan...



Ertesi gün bahçeye gitmiş koskoca bahçe beyaz güllerle dolu yalnızca en ortada kıpkırmızı bir gül!! Delikanlı biraz şaşkın biraz heyecanlı, biraz mutlu koşup gitmi gülün yanına.. Ama gördüğü şeye gerçekten çok üzülmüş. Bülbül yerde ölü yatıyormuş.. Kendini gülün dikeniyle öldürmüş, kanından da kırmızı bir gül ortaya çıkmasını sağlamış genç delikanlş ve onun mutluluğu için..



Şimdi de yerde cansız yatıyormuş.. Delikanlı gülü alıp kızın yanına gitmiş.. Kız bu gülü gördüğü için çok sevinmiş ve delikanlıyla evlenmeyi kabul etmiş.. Bunun üzerine genç "Benimle evlenebilmen için bülbülün ölmesi mi gerekiyor du? " diyerek oradan ayrılmış ve bir daha hiç dönmemiş...

UTANMAK

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!


Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!


Eski çınar şimdi noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!


Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!


Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa bırak utansın!


Ey binbir tanede solmayan tek renk;

Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın
Bir fidan yeşerir umudun bittiği yerde,bir fidan tutunacak dal olur uçurumun kenarında!yeşerir solmuş yaşamın gölgesinde,umutsuzluğa inat umut dalları büyütür insanın içinde!her yaprak farklı bir umudu simgeler,yeşerdikçe dallanıp budaklandıkça hayatın yaşamaya değer olduğunu hissederiz.Hani yalanlar içinde gerçek oluşturmaya çalışırız ya kimi zaman,ya da fırtınalı yüreğimizde sığınacak liman ararız,işte yoklukta varlığa tutunmak için yalancı fidan büyütürüz içimizde ve de umudumuzun yapraklarıyla bezeriz!


Fakat kaçınılmaz bir kader vardır;YAPRAĞIN KADERİ!

Her güzde yok olmaya mahkum,her fırtınada da savrulmaya!


YAPRAĞIN KADERİ DÜŞMEKTİR,insanın kaderi de yazılanı yaşamak,çizilen yolda yürümek!


Düşmekten kokmadan,yaşamaktan korkmadan yürümek...Sevmekten ve sevilmekten korkmadan yürümek....hayat sadece güzelliklerden ibaret değil bunu kabul ediyoruz,fakat ne kadarımız yaşadığımız olumsuzluklar içinde bir güzellik arıyoruz!

Bunu bilmiyorum,fakat bildiğim tek şey korkmayışım!korkmuyorum düşmekten,korkmuyorum sevmekten ve sevilmekten,korkmuyorum içimdeki yaprak demetinin kaderinden!


Ben baharı bekliyorum,içimdeki baharı!Gelmeyecek belki,belki de yalancı bir bahar var içimde,fakat umudumu yitirmiyorum umutsuzluk şehrinde!


Fani dünyanın getireceklerinede götüreceklerinede hazırım ben,çünki karanlığın ardındaki aydınlığı biliyorum!Yağan yağmura inat,içimdeki ateşi koruyorum!


Aslında ben fani bedenimdeki yüreğimde sevgiyi taşıyorum.
KIRILDIM AŞKA AMA ONUN HABERİ YOK..!!!!!

Biliyorum konuşacak bir şeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,seninle konuşuyorum.. Bugün..sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum.. Cümlelerimi kısalttım, kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...
Bir ihtimal gelişine sığındığımı fark ettiysem de, engel olamadım gurursuz ama umutlu hasretine.. Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum, imkansız olan her rüyaya inanmak geliyor... Bir çocuk gibi isteklerimi bastıramıyorum.. Çalmayan telefonuma elim gidiyor, sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum.. Bende olan seni,hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum! Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı.. Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım anılarım dışında.. Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hınzırca sırıtıyor, ben görmemeye çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...

Belki de görmeyi istemek gerekiyordu.. Gözlerini aç desem kapatacaksın ama kapatma gözlerini..kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı, kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini, sevinçten ağlayacaktım bu defa mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi, dokunacaktım, sarılacaktım.. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum..
Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi bana....Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,gecede, uykumda....Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda değilsin kii……?
Göz yaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana....

Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım..Ayak uyduramadım yorgunluğuna Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım..
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın, dokunuşlarında kendini bulan.. Ama! En çok da imkânsızın oldum...

Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum.. İnanamadığın, Yenemediğin, üzerinden atlayamadığın korkuların oldum.. Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan göz yaşların, birikmişliğin oldum......
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan bir anı oldum... Hak etmediklerin, artık yeter dediklerin ve her şeyin olmak isterken belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim..!
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini, öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin...! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların sonunda olması acıtıyor içimi.. Suskunluğun en büyük silahındı, suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak sende daha güzel duruyor...... Görüyorsun işte, aşk a ve sana ihanet etmiyorum..
Benim kırgınlığım aşka…. Sen üstüne alındın......
SEVDALI YÜREGiM...


Yürek gölümün tek yakamozu,
Düşen cemre gibi,
Sabahı ilk ışıklarıyla
Doğan güneş gibi
Sevdalı yüreğim,
Ah!.. yaralı yüreğim,
Mum gibi eriyip dururken yanı başımda;
Vazgeçmesini bilmedi ki senden,
Unutamadı ki seni
Bu deli yüreğim.



Sensizliğini kaldırımlara haykırmıyor artık.
Hayallerinle avunmaktan,
Bulup bulup yitirmekten usandı yüreğim.
Gün gün
Adım adım
Damla damla
Büyüyen sevgim;
Ne kaldırımlara
Ne kağıda,
Ne de bu aleme sığar artık.
Yokuğunda
Masmavi bir göl yaptım yüreğimde;



İçinde aşkınla dolu sevda taneciklerinin
Göz yaşlarımla süslenmiş
Kimsenin görmediği,
Pırıltılarından bir göl yaptım.
Sevgimi o gölde boğmak istedim.
Kendi içimde;
Adım adım
Damla damla
Nefes nefes yarattığım gölde
Boğmak istedim sevdamı.
Anlamıştım bu yaranın kapanmaz olduğunu,
Lokman Hekim’in haklı olduğunu.



Ama beceremedim
Sevgimi, yani seni
Yani canımın damlalarını
Nasıl kendi içimde boğabilirdim ki ?!
Yüreği senin için çarpan,
Kalbi kırık,
Yorgun bir
Bir avare yarattın,
Senin için nefes alan;
Senin için yaşayan
Yüzü gülen,
İçi alev alev yanan
Yaralı bir avare yarattın...



Hani vardı ya
Göz bebeklerinden yüreğini okuyan
Avare diyip
Yüzüne bakmadığın
Ve her gidişinde
Hunharca kül ettiğin
Bir yürek vardı
Hatırlar mısın?
Ya da boş ver
Hatırlama
Kapının ardında kalsın
Şaheserin....



Bu avare diyip
Yüzüne bakmadığın,
O hunharca kül olan yüreğin sahibi,
Yürek gölünde boğamadı sevdasını,
Senin gibi olamadı bir türlü,
Bırakıp gidemedi
Kapının ardındakini,
Ve yürüdüğün
Her kalabalık kaldırımda
Seni sevdiğini haykıracak gözleriyle
Ama sen duymayacaksın...



Belki
O kaldırımlarda boğulacak da...
Ama yine unutamayacak seni,
Gözünde bir damla yaşla yaşayacak;
Ama
Ne senden
Ne de seni sevmekten vazgeçecek
Seni çok seviyorum arkadaşım DOSTUM :)))

Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama basit bir sanatı unuttuk.

.

Dostluk Sabah öperek uyandırmaktır...



Aynı dala tutunmaktır kimi zaman




aynı bisikleti sürmektir. Ayağınız yetişmese bile...




Dans etmektir kolkala...



küçük hediyeler almaktır...

ve Kimi zaman aynı kalbi paylaşmaktır..




Öpmektir onu doyasıya

Ve bunu söyleyebilmektir

'Dostlugun en büyük Armağan Bana'

ARKADAŞ ile DOST KAVRAMI


Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
Arkadaş senin ağladığını görmez,
Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için,
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
Dost ise tekrar arar.
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
Dost ise her zaman senin arkandadır.
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
Arkadaş sizi ikinci görmek ister,
Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır,
Dost sıkıntınız olduğunda size koşar,
Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız,
Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.
Arkadaş bu mesajı okur ve siler,
Dost okur ve dostlarına yollar...
Seni çok seviyorum arkadaşım DOSTUM :)))

Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama basit bir sanatı unuttuk.

.

Dostluk Sabah öperek uyandırmaktır...



Aynı dala tutunmaktır kimi zaman




aynı bisikleti sürmektir. Ayağınız yetişmese bile...




Dans etmektir kolkala...



küçük hediyeler almaktır...

ve Kimi zaman aynı kalbi paylaşmaktır..




Öpmektir onu doyasıya

Ve bunu söyleyebilmektir

'Dostlugun en büyük Armağan Bana'

ARKADAŞ ile DOST KAVRAMI


Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
Arkadaş senin ağladığını görmez,
Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için,
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
Dost ise tekrar arar.
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
Dost ise her zaman senin arkandadır.
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
Arkadaş sizi ikinci görmek ister,
Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır,
Dost sıkıntınız olduğunda size koşar,
Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız,
Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.
Arkadaş bu mesajı okur ve siler,
Dost okur ve dostlarına yollar...
Seni çok seviyorum arkadaşım DOSTUM :)))

Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama basit bir sanatı unuttuk.

.

Dostluk Sabah öperek uyandırmaktır...



Aynı dala tutunmaktır kimi zaman




aynı bisikleti sürmektir. Ayağınız yetişmese bile...




Dans etmektir kolkala...



küçük hediyeler almaktır...

ve Kimi zaman aynı kalbi paylaşmaktır..




Öpmektir onu doyasıya

Ve bunu söyleyebilmektir

'Dostlugun en büyük Armağan Bana'

ARKADAŞ ile DOST KAVRAMI


Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
Arkadaş senin ağladığını görmez,
Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için,
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
Dost ise tekrar arar.
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
Dost ise her zaman senin arkandadır.
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
Arkadaş sizi ikinci görmek ister,
Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır,
Dost sıkıntınız olduğunda size koşar,
Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız,
Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.
Arkadaş bu mesajı okur ve siler,
Dost okur ve dostlarına yollar...